Stefan Zweig'e, hayranlıkla...
Adını bilmiyorum.
Yerini, kim olduğunu, nerede yaşadığını, sesini, yüzünü… Hiçbir şey bilmiyorum
senin hakkında. Ama şunu çok iyi biliyorum ki, sen âşık değilsin, değildin. Sen
sadece âşık olduğunu sanan bir takıntılısın. Yaşadığın şeyler çok acı, evladını
kaybetmen, para kazanmak için yapmak zorunda kaldıkların… Ama bunu sen tercih
ettin değil mi? Kabul et. Şu an yüksek ihtimalle hayır diyorsun, belki mektubu
yırtıp atmak istiyorsun. Ama sen âşık olduğunu zanneden küçük bir kızın
hayallerini boşa çıkarmamak için kendine eziyet ettin. İçinde bir yerlerde bana
hak da veriyorsun.
Bu mu peki âşık
olmak? Bu duyguyu hiç bilmeyen biriyim ama hayır, bu değil. Kendine eziyet
etmek olduğunu sanmıyorum en azından. Eski bir Türk filminde duymuştum. “Onun
için yaşıyorum artık. Her zaman onu düşünerek ve ölürsem bir daha onun hayalini
kuramayacağım için yaşıyorum” diyordu başrol. Sen ise içindeki vicdana ve biraz
da nefsine yenik düşerek onun için öldüğünü sanmışsın. Hâlbuki sen kendin
yüzünden kendini öldürmüşsün.
Onun oğlu olduğu için
bir çocuğu kutsal saymak, sırf âşık olduğunu zannettiğin için bir takıntılıya
dönüşüp sevdiğine tapmak... Bunlar böyle söyleyince kulağa nasıl geliyor peki?
Senden bir şey isteyeceğim. Kendini bu mektubu okuyan birinin yerine koy. Ne derdin
kendi kendine? “Deli herhâlde. Bu kadarı da fazla ama” derdin, emin ol. Bir
inancın yok, demek ki bu dünyaya tekrar gelmeyeceğimizi biliyorsun. Sana bir
sorum daha var. Neden kendi kendine hayatı zehir ediyorsun? Kendini o kadar
baskılamışsın ki, başka hiç kimseyi, hiçbir şeyi sevememişsin. Aileni, seni
seven onlarca insanı, yeri geldiğinde oğlunu, hatta kendini yarı yolda
bırakmışsın.
Peki ya neden adını
söylemedin bu adama? Neden “benim adım bu ve sen beni her zaman görmezden
geldin, ben bir yerde senin için ama senin yüzünden ölüyorum” demedin peki?
Korktun değil mi? En iyi olasılık bu sanırım. Seni tanımamasından korkman, ya
da mezarına gelip “oğlumu benden saklamaya ne hakkın vardı” diyerek seni
suçlamasından mı korktun? Lütfen korkmuş ol, çünkü adını verip o adamı üzmekten
çekindiğini düşünmek dahi istemiyorum. Bir insan ölürken bile nasıl onu asla
sevmemiş birini üzmekten korkabilir? Peki ya bir insan nasıl kendinden
vazgeçecek kadar sevebilir?
Mektubun sonunda bir
imza yok. Sen tüm dünyada “bilinmeyen bir kadın”sın. Adı sanı bilinmeyen ama
hikâyesi herkes tarafından bilinen bir kadın. Ve sen bu dünyada Romeo ve Juliet
gibi, Aslı ile Kerem gibi, Leyla ile Mecnun gibi karşılıklı sevgileri bir
kenara bırakıp âşık olduğunu sanan bir takıntılısın. Bir daha kimsenin böyle
bir acı çekmemesi, hayatını kendine zehir etmemesi, âşık olduğunu sanıp
takıntılı olmaması dileğiyle.
Tebrik ediyorum çok güzel bir yorum. Çok güzel bir anlatım akıcı bir dil.
YanıtlaSilellerinize sağlık 💓
YanıtlaSilTebrik ediyor,başarıların devamını diliyorum.Yalın,net ve akıcı bir anlatım yapılmış...
YanıtlaSil