Çocuklar Yazlığa Gitmeli /Miraç Ufuk Öz



Asansörün içerisi zifiri karanlıktı, öyle ki ellerimi salladığımda sanki hiçbir yere çarpmayacak, sonsuz kara bir boşluğun içerisinde sağa sola hareket edecekti. Ne zamandır bu metal kutunun içerisinde debelenip duruyorum emin değilim. Bu konuda kesin olarak bildiğim bir şey varsa burada bulunduğum andan itibaren tüm zaman ve mekân algımın git gide yok olduğudur. Çığlık atmayı bile denemedim, neden denemedim bilmiyorum, belki de kurtarılmak, tekrardan gün yüzüne çıkmak veya birilerine minnettar olmak istemediğimdendir. Saçmalıyorum sanırım. Burada oksijen git gide azalıyor mu bilmiyorum fakat her geçen dakikada nefes almakta biraz daha zorlanıyorum.

Benim gibi B. şehrinde, nüfusunun çoğu yaşlılardan, hayattan bezmiş memurlardan ve günün yirmi saati uyuyan bunak insanlardan oluşan bir mahallede yaşıyorsanız ve asansörde kalırsanız, büyük ihtimalle sizi fark edecek maksimum iki veya üç kişi olacaktır, hele bir de hafta sonu ise vay halinize. Çünkü bu insanların yarısı yazlıkta, geri kalan kısmı ise günü birlik kamplarda ya da akrabalarının yanındadır. Sanırım geriye sadece bunaklar kalıyor. Peki, ben bu duruma nasıl düştüm? Her şeyi anlatacağım, tabii ki nefes almaya devam edebilirsem.

Ailem de her yaz, hafta sonu yazlığa gidip on beş- yirmi gün boyunca dönmeyen o yaşlı insanların bir parçasıydı, bazen bu insanların ''yazlıkcılar'' adında ezoterik bir tarikatın üyesi olduğu gibi garip düşüncelere dalıyorum, hayal etsenize yaz aylarında hep aynı zamanlarda yazlığa gidiyorlar ve hiç usanmadan bıkmadan bunu her yaz tekrarlıyorlar. Ben birçok kez şahit oldum bu tarikat üyeleri -böyle demeyi tercih ettim çünkü heyecanımı kabartıyor. Öyle denize falan da girmezler, plajda öylece cansız, put gibi yatar sanki çok ıslanmış gibi havluyla kurulanır, bir kaç saat sonra ise onları yazlıklarının balkonunda meyve soyarken görürsünüz. Neyse gene konudan saptım. Ne diyordum, ha evet, bu duruma nasıl düştüm?

Aileme zor da olsa hafta sonu onlarla birlikte gelmek istemediğimi söyleyebilmiştim Çünkü yazlığa gidiliyorsa çocuklar da kesin götürülürdü, şimdiye kadar gitmeyen bir çocuk kesinlikle görmedim, bu benim için o kadar zordu ki yazlığa gitmek istemediğimi nasıl söyleyeceğimi düşünmekten neden gitmemek zorunda olduğum konusunda bir bahane uydurmayı da unutmuştum. Birden odamı gösterdim ve ''Eee, seneye sınava gireceğim, şunun şurasında ne kadar kaldı ki, tonla eksiğim var, artık yeni kararlar aldım ders çalışmam lazım, bu yüzden gelemem.'' ''Al kitaplarını orada çalışırsın'' dedi annem. ''Hayır anne biliyorsun oraya kitaplarımla birlikte gelirsem kesinlikle ders falan çalışamayacağım'' Bir yandan da, alev alev yanan çayını sanki soğuk bir şeymiş gibi hararetli hararetli içen babamın gözlerine bakıyordum ''Hadi bee anne, bu seferde gelmeyivereyim ne olacak sanki, ölecek miyim?'' Yalandan küçük bir kahkaha attım. ''Baba gelmesem olur değil mi?'' “Sen bilirsin'' dedi babam. Açıkçası şaşırmıştım ''Hayır geleceksin, itiraz yok” gibi cevaplar bekliyordum ondan. Artık rahatlamıştım çünkü babam böyle bir şey demişse önümde hiçbir engel kalmamış demekti. Peki, neden hafta sonu evde kalmak istiyordum? Açıkçası artık denizi bile görmek istemiyordum, bu yaşımda ben bile bıkmışken onlar hâlâ ısrarla nasıl gidebiliyorlar mükemmel bir istikrarla anlam veremiyorum. Tabii tek sebep bu değildi, hatta belki de bu diğerlerinin yanında ufak bir sebepti. Asıl mesele ise uzun zaman sonra âşık olmuştum, ona bir hediye almak zorunda hissediyordum kendimi. Bizim mahallede bir Ali abi var bilgisayar tamiri, CD, format işi falan yapıyor, o söz verdi hafta sonu için, 2 gün çalışacağım bana 70 lira verecek. Hem sevdiğim kıza güzel bir hediye alırım hem de belki para artar ve babamın bana bıraktığı harçlığın üstüne koyup yalnız başıma yaşadığım süreci daha keyifli hale getirirdim. Harçlığımla alamazdım hediyeyi çünkü o zaman aç kalırdım. Bir de şu sıralar bağlamlısı olduğum psikopatça korku filmleri, ne kadar kan o kadar iyi. Ama ailem bir kez izlediğime tesadüfen şahit olduğundan beri bu filmleri yasaklamışlardı. Ali abi bana aynı zamanda korku filmlerinin en kanlı ve cinayetlilerinden de vereceğine söz vermişti. Beni cidden bambaşka güzel bir hafta sonu bekliyordu. Neyse, annemi babamı uğurladım kapı kapandı, arabanın mahalleden çıkmasını bekledim, sonra altıma bir pantolon fırladım evden.

Ali abinin dükkânı 10-15 dakika mesafededir bizim eve, fakat ben 5 dakikada vardım o kadar heyecanlı ve istekliydim ki. Aslında gün boyu oturup CD dolduracak, bir iki bilgisayara çözümü bu olmadığı halde azıcık para alabilmek için format atacaktım. Neyse oturttu Ali abi beni kendi koltuğuna ''Bugün burası senin dükkânın abicim, ben karışmam giderim yemeğimi yerim mahallede gezerim tozarım anladın ya'' ''Anladım'' dedim kafamı onu tatmin edecek bir kuvvetle sallayarak. Evet, resmen kendi işimin başındaydım. Derken ilk müşteri geldi ''Selamın aleyküm yiğenim'' ''Aleyküm selam amca neye bakmıştın yardımcı olayım'' yaşlı, ak saçlı sakalı bir amca. ''Bizim torun, bir oyun ne varmış araba felan çalıyormuşsun ondan istiyor'' “Anladım amcam bir 20-30 dakika bekleteceğim, ister dolaş gel, istersen çay falan söyleyeyim.” ''Yok böyle otururum” dedi. Gel de açıkla şimdi, ne anlayacaksa. ''Amcam oyunu yüklüyorum sonra sana vereceğim'' CD'ye kopyalama işlemini böyle anlattım ve içimden bir soru daha sormaması için dua ettim. Neyse ki kafasını anlamış gibi sallayarak sessiz sedasız beklemeye koyuldu. Kopyalama bitti CD'i amcaya verdim o da yoluna gitti. Öyle gün boyu en fazla on on beş müşteri oldu hepsi de CD, film, araba için müzik listesi, oyun, format CD'si falan filan. Akşam oldu saat 8, Ali abi dükkâna geldi elinde anahtar vardı şıkır şıkır salladı bana dışarı çıkmamı işaret ediyordu. Sigortayı indirdim, dışarı çıktım. O dükkânı kilitledi vedalaştık ve eve doğru yola koyuldum. Bu sefer epey yavaş yürüyordum, markete de uğradım yiyecek bir kaç parça şey abur cubur falan almıştım. Hava karardı bu sürede. Apartmana girdim, asansöre bindim ve yukarı eve çıktım, bizim daire 5. yani son kattı zaten deprem riskinden dolayı bu şehirde maksimum 5 katlı binaya izin verilir. Ali abi henüz bana vermemişti CD fakat ben gözüme kestirdiğim bir kaç korku filmini araklamıştım. Yiyeceklerimi hazırladım, kulaklığımı taktım ve CD'yi bilgisayra yerleştirdim. OHH, İŞTE 2005'İN YAZI BÖYLE GEÇMELİ. Dedim kendi içimden. Film epey vahşet içeriyordu kemikler kanlar bıçak sapık katil falan işte klasik korku filmi. Yani özünde tüm korku eserleri aynıdır. Film bitti, açıkçası normalde pek etkilenmem ama bu sefer biraz ürpermiştim hatta bir ara odamın kapısından bir şeyin geçmiş olduğunu gördüğümü zannettim. Gene de keyfime değecek yoktu annemi canlandırdım gözümün önünde 'AHAH sanki ölecek miyim, ne ölmesi! Capcanlıyım...

Asansörün kasveti beni git gide ele geçirmeye başladı, sanki bir zehirmiş gibi tüm damarlarımda dolanıyor ve tüm sinirlerimi etkisiz hale getirtiyordu bu karanlık. Ama size hikâyemi anlatmalıyım. Biraz gevezeyim ve gereksiz ayrıntılara takılıyorum ama başaracağım.

Neyse ertesi gün de Ali abinin dükkânında aynı geçti. Günün sonunda bana söz verdiği gibi 70 liramı da verdi. Ben de çıkar çıkmaz takıcıya gittim ve gümüş parıltılı kelebek motifli bir kolye aldım. Tıpkı onun gibi narindi. Gerçi o beni seviyor mu emin değilim fakat hoşlanmasa bile ona hediyeler almak, jestler yapmak beni rahatlatıyor. En azından çabalayan ben ama bunlara göz yuman kalpsiz ise o olacaktı. Her neyse hava gene karanlıktı ama bu sefer sokakta her zaman dolaşan on-on beş insan da kaybolmuştu, bulunduğum nokta olan en uçtan bakıldığında sokak epey ürperticiydi. Yoluma devam ediyordum fakat içimde anlamsız bir huzursuzluk vardı. Arkamda sanki bana sinsice yaklaşmaya çalışan bir şey olduğunu hissediyordum ve bu his güçlendikçe daha da hızlı yürümeye başlıyordum. Durmadan arkama baksam da o şey sanki her kafamı çevirdiğimde yok oluyor bir yerlere saklanıyordu. Apartmana varmama sayılı adım kaldığında, arkamda, uzaktan bakıldığında sanki bir kıyafet aracılığıyla değil de direkt kendisi baştan aşağı simsiyah duran, bir elinde plaj kumunda küçük çocukların oynadığı gibi minik bir kürek diğer elinde ise iri bir bıçak taşıyordu. Koşmaya başladım oysaki kendimi korkusuz sanırdım. Apartman kapısı kapalıydı. On asırdır hiç kapanmaz bu kapı be, aksiliğin sırası mı? Bir yandan cebimden titreyerek çıkardığım anahtarı zorla deliğine sokmaya çalışıyor bir yandan da korku filmlerinde bir klişe olan bu hareketi gördüğümde aptal olarak nitelendirdiğim maktul karakterlerden özür diliyordum. Karanlık şey tempolu bir yürüyüşle üzerime gelmeye başladığında kilidi nihayet yerine oturtmuştum. Bir İki üç ve kapı açıldı ışık hızında kendimi içeri attım kapıyı çektim ama arasında bir şey sıkışmıştı kapanmıyordu. Kafamı kaldırdım ve karşımda onu gördüm sureti yoktu silueti yoktu, herhangi bir insancıl belirtiye sahip değildi, bizlerle tek benzer yanı, elleri ve kapının arasına sıkıştırdığı ayağıydı, gerçekten de baştan aşağı simsiyahtı.

Ne yapacağımı bilemedim. Önce kapıyı açmaması için epey direndim, sonrasında ise tüm gücümü toplayıp kapıya doğru hızla omuz attım. Amacım onun hem canını yakmak hem de bu hareketimle zaman kazanıp kaçmaktı. Beklediğim gibi de oldu. Fakat beklemediğim şey onun çıkardığı insanlık dışı sesti. Ses demeye de bin şahit daha çok fısıltı gibiydi, aşırı tiz ve rahatsız edici. Hızla koşmaya başladım. İşte şimdi hayatımdaki en büyük aptallığımı duyacaksınız. Tabii ki ailemle birlikte yazlığa gitmeyip evde tek kalmaya karar vermemden sonra. Merdivenlerden çıkmak yerine aptal gibi asansöre bindim ve 5. katın düğmesine bastım. O sırada kapı ve iç sürgü ağırca kapanmıştı. Kat göstergesi o kadar yavaş ilerliyordu ki bayılmak üzereydim. Kalbim dehşet verici bir biçimde hızlı atıyordu, her kat başı git gide daha da şiddetli dövüyordu göğsümü. 1. kat, 2. kat 3. kat ''hadii bee hadiii'' 4.kat.

Asansör aninden durdu ve ışıklar gitti. Kapı açılmıyordu çünkü büyük ihtimalle kat arasında kalmıştım. Kendimi camın dibine doğru bıraktım, ellerimi kafama koydum ve ağlamaya başladım. NEDEN, KEŞKE GİTSEYDİM LANET YAZLIĞA. Zaman geçiyordu ama o siyah şeyin korkusundan bağıramıyordum, yardım isteyemiyordum. Evet, aslında başlangıçta sebep buydu fakat zaman geçtikçe, kovalamacanın, oyuncak küreğin, bıçağın ve karanlık adamın bir halüsinasyon, sürekli korku filmi izlememden kaynaklanan düşler olduğuna hüküm verdim.

Artık daha da nefes alamaz oldum. Yazlığa gitseydim ne o saçma halüsinasyonları görürdüm ne de kendimi böyle iğrenç bir durumda bulurdum. Resmen hayattan ümidimi kesmiştim. ÖLMEYE HAZIRDIM. Değdim gibi kurtarılmak da istemiyordum. Hayatın kıyısında, keskin bir bıçağın uçucunda, zehirlenmiş, tümüyle tüketilmiş ve işlevsiz haldeydim.

Asansör hareket etmeye başladı. Tıpkı durduğu zaman ki gibi aniden takırdayarak, patlar gibi. Hissediyordum aşağı iniyordu. Her şeyin halüsinasyon olduğuna emindim fakat içimde gene de huzursuzluk boy gösteriyordu. Sanırım zemin kata geldik. Kapı usulca açıldı. Apartmanın içi de asansör gibi kapkaranlıktı, sokak lambaları dahi vurmuyordu bu kasvete. Bir esinti ürkekçe okşadı saçlarımı ve tüm kanım çekildi.

İçeriye aniden, vahşice bir dalış oldu. Kendimi dışarıya atmak istedim fakat güçlü kollar beni asansörün camına fırlattı. Kapı kapandı, asansör yeniden yukarı doğru hareket ediyordu. Fakat artık yalnız değildim, hiçbir şey hayal de değildi, her şey gerçekti, gerçek!

Işık bir kez yandı, havada asıllı duran bıçak parıldadı, ışık kapandı. Omuzumda bir acı hissetim. Işık açıldı, bıçak üzerinde kanlar yansıyordu aynadan, ben yerde yatıyordum kaskatı kesilmiş. IŞIK KAPANDI. Ellerimi umutsuzca havaya kaldırdım, avcumun ortasında keskin, akışkan bir sıcaklık hissettim. IŞIK TEKRAR AÇILDI. Bıçak avcumun ortasına, yarısına kadar gömülmüştü. Son hayat çırpınışı, canım için son bir parıltı. Diğer elime uzanıp o varlığı neresi olduğunu bilmediğim bir yerinden kavradım ve kendime doğru çektim. Gözüm dönmüştü acı hissetmiyordum, kendimden geçmiştim. Diğer elimi de hızla çekerek bıçağı çıkardım, salisesinde beklenmedik bir çabuklukla suç aletini ondan almıştım. İleri doğru savurmaya başladım hınçla, öfkeyle, nefretle, dehşetle...

Yüzüme oldukça sıcak, akışkan, sıvı kıvamında bir şeyler dökülüyordu. Işık bir daha açılmadı taa ki 5. kata çıkana dek. IŞIK AÇILDI. Üzerime yığılmış cansız, çuval gibi duruyordu. Zavallı, yaşlı komşumdan başkası değildi. 

''Olanları yazmak sana hiç iyi gelmedi ''11 yıl olacak bu sene '' yapma canım, kendine eziyet etme''

''Son bir paragraf kaldı, sonra artık ben değil bu kâğıt çekecek yükünü''

 ''Tüm olanlar, nasıl olur? Bıçak ama üzerime geldi, omuzum!'' Omuzumu tuttum ne yara ne de kan vardı. Peki ya elim, elime ne oldu. Tek çizik yoktu elimde. Gerçek olan en sonunda, her şeyin deliliğin sınırından kopup gelmiş bir halüsinasyondan ibaret olduğuydu. Bir diğer gerçekse yerde yatan bana yardım etmek isteyen yaşlı komşum ve karnına saplanmış levyesinin oluşturduğu korkunç görüntüydü...

''Bana deli dediler, evet belki de deliydim ama asla bir katil değil, asla!'' ''Biliyorum canım, biliyorum, sana inanıyorum'' ''Adına akıl hastanesi denilen hapishanedeki insanlar sanki bana katil gözüyle bakıyor, artık deli faalan da değilim, ben gayet iyiyim.

Akıl hastanesindeki dairesinde boş bir sandalyeyle karşılıklı oturmuştu, elinde sadece kâğıt ve kalem vardı. Kapısında bulunan camın ortasında iri bir karaltı gördü, ucundan kan damlayan bir bıçak. Onun için gelmişti... Çocuklar, aileleriyle birlikte yazlığa gitmeliydi...

Yorumlar

Yorum Gönder