KOZA / Yusuf Kenan Işık

 

Tüm dünya dilimi tutan yaşlı ve inatçı bir şeytan gibi. Kapalı kapıların ardından bağırış ve serzenişlerim dışarıya vurulamayacak derecede azaltılıyor ve engelleniyor. Kendi benliğime sahip bir yorumum olsa da bunu kullanamayacak kadar dilsiz bir haldeyim. Bazen bir tırtıl gibi kozasını aşıp kanatlarını çırpmaya çalışsa da, her yerde bir çift bulunan yuvarlak cisimlerde gizlenen şeytan tarafından, kanatları tutuşup bir dert ve kaygı ordusunun ayakları altında ezilerek cehenneme gönderiliyor. Yavaş yavaş tutuşan kanatları bedenini sararken tek bir kelime dahi seslenemeyen dilim titreme ve gerilmeler ile birlikte kendini düğümlüyor ve yavaş yavaş harlı ateşlere kendini bırakıyor. Bazen öyle yüksek derecelerde tutuşuyor ki dilim, kimi zaman vücudumun derinliklerine kaçıp kendisiyle beraber kalbimi de kavurarak belirli endişe ve korkularla bilincimi açıyor ve kişiliğimin de kendisiyle beraber kavrulmasına yol açıyor. Kendimi vererek bir çalışma hazırladığımda ise küllerinin altında hareketlenmeye çalışan kişiliğim ve bilincim bir kaygı rüzgârı ile serpilerek uzaklaşıyor ve kendime ait olan tüm özsaygı ve güvenim yok olarak çevremdekilerden yardım dilenecek hale düşmeme neden oluyor. Bu samyeli beni yerle bir ederken artık herhangi bir yardımın olumlu bir yönde esen bir rüzgâr biçimini alması imkânsızlaşarak yaptığım çalışmalar bendimi ve önemini yitiriyor. Bu kendi yıkımımın mimarlığı öyle ustalıkla ve yine öyle bir kusursuzlukla çiftler halindeki şeytanlar ve göz ardı edemeyeceğim kadar büyük derecedeki hakkımda var olan sanrılar tarafından bana veriliyor ve yine ben, kendi yıkımımı getirecek kadar güvensiz ve bir başıma kalıyorum. Bana göre yüzyıllardır süregelen fay hatlarının yörüngesi olan şatomun yıkılışı kaçınılmaz ve unutulamaz olacak. Henüz ellerim birbirine değmeye bile çekingen iken sahip olduğum birkaç dostum çok şanslı. Her biri aç bir köpek gibi utanmaz bir şekilde korkusuzca atılgan davranabilirken ben bunların gözüme sokulmasıyla yerle bir olmağa mahkûm gibiyim. Dilim kendi saygın kişiliğini de yavaş yavaş kaybeder iken artık yeni ve modern halinde bulunan dilimiz benim için tersinir bir madde gibi eski haline dönmek için kıvranıyor. Artık bazı kelimelerin telaffuzlarını tam olarak size anlatmak için elimde bir sözlük ve bir imla kılavuzu taşımak zorunda hissediyorum kendimi. Dün gece kendime ait bazı yorumlar dilim tarafından yutulurken ellerimle sizlere ulaşmış ve bu benim için yepyeni bir yol açmıştı hayatım için. Bu susuz ve aç köpekler benimle iletişim kurması ve kendi yarattıkları dertlerini anlatarak durumumun acizlikten çok bir sinir harbine dönüşmesine yol açmaları, artık beni bu hayvanları besleyerek kendim için eğitmeme bir olanak ve istekle parlatırken, bir demir gibi sıcak ve işlenmeye hazır olan bu beceriksiz zihinleri kollarımı bir demirci gibi sıvama isteğimle sonuç buldu. Onların kendi sorunlarını yaratmalarını, tam tersi olduğu halde, yetişme biçimlerinden kaynaklı küçük ve önemsiz bir bozulma olduğunu söylerken bir yandan olmadıkları kadar perişan olduklarını söyleyerek onların ne kadar kötü bir durumda olduklarını zihinlerine işleyerek kendi elimde bulunan bir çekiçle örse yatırdım. Ellerim ne kadar yanarsa yansın veya bileklerim ne kadar büyük hasarlarla kırılırsa kırılsın hiçbiri bendeki bu emeği fark edemeyecek kadar kaliteli ve temiz metallerdi. Bazıları bu durumda beklenmedik bir şeyden dolayı kırılarak elimde kalırken bazıları mükemmel bir şekilde suya yatırmak için hazır duruma geliyordu. Kırılanlar artık benden bile kötü bir halde bulunuyorlardı. Dilleri tamamıyla kesikti ve yardım dilenecek mecalleri bile kalmamıştı. Kalanlarıysa benim tarafımdan dillerine vurulan kilitleri kıramayacak kadar güçsüz bir hale düşmüştü ve çevreleri tamamen onlara karşı yuvarlak şeytan iken ben onların kozasıydım(ya da petekleri). Kendi kelebeklerimi yaratıyordum. Onlarsa yalvarıyordu. Her biri. Çok acizce konuşarak çevrelerindeki işlenecek metalleri kendi kozalarına veya peteklerine getiriyordu. Bense bir kraliçe arı gibi orada onları kendi himayem altına almak ya da onları yok etmek arasında seçimler yapıyordum. Ama bu yeterli değildi ve başka çevrelere sıçradım. Belirli alanlarda yetenekli olan insanlara ise onlara yaptıkları işin ne kadar basit olabileceğini yeteneklerinin aslında olmadığını söyleyerek ve bunu onlara işleyerek haftalarımı geçirdim. Metaller o kadar sağlamdı ki bu zihinler kendilerine özel bir duvar örmüşlerdi. Ama benim işim onların kendilerini bu olaya inandırmalarını sağlayarak kendilerini yok etmelerini istemekti. Bu kaygıları ve inançları duvarlarına hiç zarar vermeden aradaki çatlaklardan fısıldamak o kadar ince ve o kadar kusursuz işlenmeliydi ki benim kavrulan parçalarım nasıl benim tarafımdan yıkılmak zorunda bırakıldılarsa aynısı ve daha beteri onlar için gerçekleşmeliydi. Viran şehirleri hepsinin hapsi olmuştu ve tek sorumluları kendileriydi. Bana yukardan bakan bulutlar, kaşları çatmış birer gökyüzüydü ve artık benim için onlara bakmak üzülmekle aynı şeydi her biri masum insanlara yaptıklarım için bana kızacak gibiydiler. Hatta öyle şekillerde geziyorlardı ki bazen kendimi cehennemin en sıcak katmanlarında terlerken buluyordum. Onlara anlatmamı engelleyen şeytan dilimi daha sıkı yakalarken kendi masumluğum altında eziliyor paramparça hale geliyordum. Yaptığım şeyler çok ustaca yapılmıştı ve bunları kim yaptı bilmiyordum. Ya bir kişilik bölünmesi içindeydim ya da beni kozasında tutan şeytan beni bir şey yapıyormuşum gibi inanmama sağlıyordu. Ama ben her işi o kadar berbat eden bir acizim ki böyle şeyler benim tarafımdan gerçekleşmediği için benim için tamamen değersizdiler. Ben yanarken onlar sadece benim harlı ateşlerim oluyordu. Peki ya ateşlerken beni yakarken kendileri yanmıyor muydu? Ellerim artık kırışmış, aynadaki gözlerim değişmişti dilim tamamıyla erimiş kendimi bitirmiştim. Her şeyin üstünde bir camdan bakarken kızıllaşmış gökyüzü bana kızmıyordu. Bana minnettarmış gibi sırıtıyordu hatta. Çoğu yerde bulutlar öyle şekiller almıştı ki bana bunu anlatıyordu. Ama anlatmakla kalmayıp artık bir masummuş gibi değil asıl şeytan benmişim gibi bana eskiden daha büyük ateşlere sürüklüyordu. Arkamdaki kapıdan gelen tıkırtılar ve ardından içeri giren iri yarı birbirlerinden uzak olan tek yapıları kafaları olan adamlar bana elleriyle gözlerini siper ederek bakarken odamdan dışarıya açılan bir kısmı gözleriyle işaret ederek beni oraya iliştirdiler. Çünkü perdeler o kadar sıcak ve halı dışındaki zemin öyle dikenliydi ki ayaklarımdan itibaren yanan bedenim perdelerin azap dolu bakışları altında eriyen gözlerim beni yok ediyordu. İliştiğim yerden aşağı doğru attığım bir bakış, gözlerimden şakaklarıma kadar sıçrayan sancılar ile küllerimin üstüne basarak ve ezerek bana işkence yapıyordu. Bu benim benliğim değildi ve haykırılan isim benim zihnimin haykırdığı isim değildi. Herkes bana bakarak ve işaret ederken haykırıyordu aynı ismi. Farklı melodiler ve bestelerle haykırıyorlardı ama hep senkron bir şekilde haykırıyorlardı. Dilim içerde kıpırdanırken ve kapalı kapılar zorlanırken önümdeki mikrofon bir çığlık ile konuşmaya hazır hale geldi. Herkes benden medet umarken herkesin sığınacağı tek koza ben olmuşken haykıramayan dilim kapıları kırarak dışarı çıkmış, havadaki dişlerime çarpmış bir halde daha önce beni hapseden şeytan tarafından engellenen bu davranışı sergilemek için çırpınırken dilim bu kırışık eller tarafından çekilmiş ve koparılmıştı. Küllerimde canlanan tek görüntü kısa bacaklı kırmızı bir şeytanın içimdekileri değil beni ele geçirdiğiydi. Ve dilim, O güzel kelebek kanatları tutuşmuş, yanarken, çığlıklar atıyordu. Şeytanın elinde hapsolmuştu. Geride kalan bir tek birbirinden en az iki metre uzak durarak düşüncelerinin değersizliğini kimse duymasın diye kafasını tutan bir topluluktu.

Yorumlar