Mahur Beste’nin Behçet Bey’iyle Bir Gün/ Güner Acar


Önünde durduğum kapıyı çalmakla çalmamak arasında yaşadığım ikilemden sonunda kurtuluyor ve ağır tokmağı vuruyorum. Öncesinde sıklaşan nefesleri duyuyorum sonrasında da bir eli belinde diğer elinde toz beziyle evin emektar hizmetçisi Şerife Teyze beliriyor kapıda. Önüne dökülen kırlaşmış saçlarıyla, kendisini taşımakta zorlanan incecik bilekleriyle ellisini çoktan geçtiği ortada olsa da beni görünce parlayan gözleri hâlâ eskisi kadar canlı. Kucaklayıp öptükten sonra ayaküstü bel ağrılarından, çarpıntılarından, tansiyonundan da bahsedip gözüyle kapısı kapalı bir odayı göstererek burada diyor. Biraz çekinerek içeriye giriyorum. Üst üste yığılmış kitapların, cilterin arasında Behçet Bey'i fark ediyorum. Beni görünce yerinden kalkıyor. Gelmekle onu mutlu mu ettim rahatsız mı ettim pek kestiremiyorum. Halimi hatrımı, neler yaptığımı soruyor. Bir süre susuyoruz. Bu rahatsız edici sessizliği karşı evden gelen takırtılar bozuyor. Behçet Bey, Şerife Teyze'yi gönderiyor öğrenmesi için. Az sonra geliyor. Dükkânları batmıştı ya alacaklılar kapıya dayanmış mecbur evi satmışlar köye dönüyorlarmış biçareler. Behçet Bey ben demiştim deyip kızıyor, bundan sonra olacakları yorumluyor, giden eve, çocuklara yanıyor. Kendini kaptırıp başka komşulardan da haber soruyor bu kez. Beni hatırlayınca yarıda kesip dedikodu yapmasın diye Şerife Teyze'yi azarlayıp gönderiyor. Yaşlandıkça huysuzlaşan bu ihtiyara hayretle bakıyorum. Şerife Teyze alışkın olacak ya sabır çekerek gidiyor yanımızdan. Bana dönüyor tekrar, getirdin mi diye soruyor. Çıkarıp gösteriyorum o büyük dedelerden kalma saati. Büyük bir dikkatle ve hayranlıkla inceliyor. Çalışır mı der gibi bakıyorum. Kafasını ağır ağır sallayarak hallederim diyor. İçeride her dönemden her modelden saatlerin olduğu bir odaya giriyoruz. Bu kadar saatin olduğu bir odada zamandan başka bir şey düşünemiyorum. Behçet Bey'in yüzüne baktığımda ise bunca zaman bu kadar saate hükmetmiş ancak kendi zamanına bir türlü müdahale etmemiş, edememiş bir adamın teessürünü görüyorum. Benim saatimi de diğerlerinin yanına bırakırken onun kendi garip zamanının üzerime sineceği hissi beni biraz ürkütüyor. Bir başka odaya götürüyor beni sonra. Burada da Behçet Bey'in senelerdir özenle topladığı minyatürleri var. Birkaç tanesini seçip ne zaman nereden aldığını anlatıyor. Anlatırken onu izliyorum, saati gördüğündekine benzer bir ifadeye rastlıyorum yüzünde. Yemekte Şerife Teyze bana eskilerden bahsediyor daha önce duymadığım hikâyeler anlatıyor. Behçet Bey o sırada başka âlemlere dalıyor, muhtemelen bizi duymuyor. Sonrasında bana verdikleri misafir odasına geçiyorum uyumak için. Gelmiş olduğum uzun yol ve bu evin kasvetli havası beni yorgun düşürdüğünden hemen uyuyakalıyorum. Sabaha doğru uzaktan gelen inleme sesiyle uyanıyorum. Yerimden kalkıp sese doğru ilerlediğimde hafif aralık kalmış kapıdan cılız omuzlarıyla, kısacık boyuyla siyah abanoz yatağının içinde büzülmüş Behçet Bey'i görüyorum. Onu bu hâle getiren kâbusların fenalığı beni de muzdarip ediyor. Yatağından yavaşça inip hemen yanındaki çekmeceden bir fotoğraf çıkarıyor, olduğu yere çöküyor ve gözleri yaşlarla doluyor. Onu orada merhum eşi Atiye Hanımla yalnız bırakıp yatağıma dönüyorum. Gözlerimi kapattığımda bu gördüklerimin rüya mı gerçek mi olduğunun ayrımına varamıyorum. Bir oda dolusu saatten gelen tik tak sesleri arasında uykuya dalarken Behçet Bey'in kendisinin bir rüyadan ibaret olduğuna inanıyorum.

Yorumlar