Şiiri Okumak / Sabit Kemal Bayıldıran



Okur yazar olan herkes şiir okur ama şiiri okuyamaz. Şiir okumak, şiiri seslendirmek, başka bir deyişle harfleri sese dönüştürmek demektir. Oysa şiiri okumak, o şiiri yeniden üretmek demektir. Bir şiir yazıldıktan ( ya da söylendikten ya da yapıldıktan) sonra, kendi başına bağımsız bir varlık konumuna gelir; şairinden de bağımsız. Yahya Kemal, "Sessiz Gemi"yi söyler, ardından da bas bas bağırır: "Sessiz gemi tabut değildir!" Ama geniş kitleler için "Sessiz Gemi", kaldırılan bir cenazenin tabutu olarak belleklere kodlanmıştır artık. Çünkü toplum, onu okurken, başka bir deyişle yeniden üretirken, şiirin içine "ruh" gibi soyut bir kavramı değil de, "tabut" gibi somut bir nesneyi yerleştirir.

Sorun, şiir okumakta değil, şiiri okumakta düğümleniyor. Aynı şiiri değişik kişiler okuduğunda, okunan nesne değişmezken, özne değişince, şiir de değişir mi? Kuşkusuz değişir. Hatta aynı özne çok değişik koşullarda, aynı şiiri farklı okur. Çünkü özne şiire kendinden çok şey katar.

Yahya Kemal, Edebiyata Dair'de (İst.1971) "Şiir Okumaya Dair" adlı yazısında, şiiri seslendirme, kendi deyişiyle "beste"yi yakalama üzerinde durur. Onun için şiir, "mısra mısra bir beste manzumesi"dir. Oysa şiirin bestesini olsun, anlamını olsun yakalayabilmek için şiiri okuyabilmek gerekir.

Peki, şiiri okumak için ne yapmak gerekir? Bunun cevabı, ne'den çok neler'de aranmalıdır. Bir kez, şiiri okumak için şiir okumak gerekir. Ömründe hiç şiir okumamış kişi, şiiri okuyamaz. (Yazamaz da.)

Kişi hangi dili kullanırsa kullansın, şiiri okuyabilmek için o dilde üretilmiş pek çok şiirden önemli bir bölümünü okumak durumundadır. Dilinin serüvenini bilmeyen kişi, eline aldığı ilk şiiri okuyamaz. Şiir ne kadar yeni olursa olsun, yazıldığı dilin şiir birikiminden istese de kopamaz. Şiir, dil aracılığıyla söylendiğinden, şairin dili ne kadar özel de olsa, genel dilin içinde bir dildir. Öyle ise okur, kendi dilinin şiir birikimine yabancıysa, o şiiri okuyamaz:
Acının vergisini verdik, gülün haracını ödedik
Hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra1

Yukarıdaki dizelerde gül'ü "gülgillerin örneği olan bitki ve bunun çiçeği " olarak okuduğumuzda, şiiri okumamış oluruz. Aynı şey, "demirbaş" için de geçerlidir. Demek oluyor ki, dilinizden ayrı olarak şairin dilini de bilmek şart.
Şairin dilini de bilmek yetmiyor şiiri okumak için. Aynı şiirin ardını da bilmeniz gerekiyor. Şiirin ardı, o şiiri yazdıran, itici olan olgu , durum, olay, duygu... dur.

Yahya Kemal'in "Itri"si çok bilinen bir şiir. Çok yönlü de okunabilir. Ama 1936'da Mustafa Kemal'in Meclis'te "musiki devrimi" konusunu da işlediği nutka bir cevap olduğunu bilerek okursanız, "Itri"nin boyutları farklı olur. Ayrıca, üzerine, Yahya Kemal'in Itri'yi anlatırken, alttan alta kendini tanımlamaya çalıştığını ekleyin, şiiri başka bir biçimde okursunuz. Bunlara ek olarak Yahya Kemal'in savunduğu kültür bireşimini anlatma çabası olarak bakarsanız, "İtri" daha bir boyut kazanır.

Ben, Melih Cevdet'in "Anı" şiirini ilk okuduğumda sevmiştim. Ama onun Rosenbergler için yazıldığını öğrenince, şiiri daha bir başka okudum.
Şimdi başka bir örneğe bakalım:
Nazar et süret-i zibasına, maşa'allah
Nedir ol vech-i mübarek nedir hüsn-i cemal2
Yukarıda Ziya Paşa'nın tahmis'inden aldığımız iki dizeyi okurken, şair sevgilisinin güzelliğini övüyor, düşüncesi uyanır. Oysa tahmis, Tanzimat döneminin ünlü sadrazamı Ali Paşa'yı hicvetmek için yazılmıştır. Bu bilgiden sonra dizeleri bir kez daha okuduğumuzda, Ziya Paşa'nın sevgilisini övmediğini, sadrazamın çirkinliğiyle inceden inceye alay ettiğini
görürüz. Şiirin anlamı da etkisi de birden değişiverdi!

Bu arada Necatigil'in "Nilüfer"ine bir bakalım:
Bir ışıktı yanardı yalnız gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar3
Bu şiir, Yunan mitolojisinden yola çıkar. Hero ile Leandros, Çanakkale Boğazı'nın iki ayrı yakasında yaşayan iki sevgilidir. Hero, sevdiğine yol göstermek için geceleri iki meşale yakar, Leandros da yüzerek karşıya, sevgilisine gider. Bir gün şiddetli bir fırtına meşaleyi söndürür ve yolunu yitiren Leandros denizde boğulur.

İşte Necatigil bu efsaneden yola çıkar; gençlik anısı Nilüferi anlatır. Nilüfer, karşı kıyıları (gençliği) aydınlatan bir lambadır, Hero'nun meşalesi gibi. Ama onu şairin elinden "çok çiğ çağ" almıştır.

Şiirin ardını bildikten sonra "Nilüfer"in tümünü yeniden okuyun, içinizdeki lambanın yeniden ışığını göreceksiniz.

Şiiri okumak için bütün bunlar da yetmiyor. Şiirin içinde oluştuğu kültürü bilmemiz, hatta duyumsamamız. gerekiyor. Sanırım en zoru da bu. Hangi okur , ne kadar çırpınırsa çırpınsın, kendi kültürel ortamından çıkıp başka bir kültürel ortama tam anlamıyla geçemez. İşin en büyük engeli, yeni bir kültürün, kendinden önceki kültürü olumsuzlaşmasıdır. Bu da okuru, bir önceki kültürü algılaması yönünden çok etkiler. Türkçe'nin bilinen en eski şiirine bir bakalım:
tang tengri kelti
tang tengri özi kelti
tang tengri kelti
tang tengri özü kelti4
"Tan tanrı geldi" sözü üzerine kurulu, davulun sesini gümbür gümbür veren bu şiiri, Tan tanrıya inanan göçebe bir "okur"un nasıl bir vecd içinde dinlediğini hayal etmek bile zor. Ama günümüzün sanayi toplumunun insanının hangi telini titretir bu şiir? Kendinizi ne kadar zorlasanız da, o dönemin kültürüne, duyarlılığına ulaşamazsınız.

Daha yakına gelelim:
Güllü diba giydin amma korkarım azar eder
Nazeninim saye-i har-ı gül-i diba seni
Nedim'in sevgilisine bugünün diliyle "Nazlım! Güllü diba (bir çeşit ipekli kumaş) giydin ama, dibanın gülünün dikeninin gölgesi seni incitir," derken, içinde yetiştiği kültür için "güzel" bir beyit söylemiş olurdu. Osmanlı'nın toplum yapısı da, kültürü de değişip kapitalist bir topluma dönüşünce, hamburger yiyen, kot giyen, diskoya giden, bara takılan bir kişinin bu şiiri okuması nasıl olacak? XVIII. yüzyılın başlarında yaşayan bir şiir okurunun bu beyti okuması ile günümüz insanının bu şiiri okuması arasında dünya kadar fark vardır. Nedim'in bu "ince" buluşu, günümüz insanına komik gelecektir. Kültür değişince, şiiri okumak da değişir.
Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
Gevher-i la mekan benem, kevn-ü mekane sığmazam5
Seyyid Nesimi'nin bu "korkunç" beytini okuyabilmek için tasavvuf ve Hurufilik konusunda bir altyapımızın olması gerekir. Pozitivist bir kişinin kevn-ü mekana sığmayan şairin o müthiş iştiyakını okuması mümkün mü? Bu beyti belki de Gerçeküstücü olarak bile değerlendirebilir. Öyle ya bir kişiye iki cihanın sığması gerçek üstü değil de nedir?

Kültürün okumayı belirlediğine en güzel örnek Yunus'tur. Yunus'ta kimi hümanizm, kimi köylülük, kimi toplumculuk okur.

Şiir okumayı ulusal kimliğimiz de belirler. Ulusal dilde şiir birikimi, duyarlık birikimi, tarih bilinci, şiir okumamızda önemli bir belirleyici olmaktadır.

Apollinaire'in Eyfel Kulesi için yazdığı bir şiir, ne kadar güzel olursa olsun, Türkçe'ye ne kadar başarılı çevrilirse çevrilsin, bir Türk'te, bir Fransız'da yarattığı etkiyi yaratamaz. Yahya Kemal'in "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" bir Fransız'a ne anlatılır? Bir Fransız bu şiiri nasıl okur?
Bırakın yabancı dilden çevrilmiş bir şiiri, Hilmi Yavuz'un Yunan mitolojisinden yola çıkan Söylem Şiirleri, Doğu Şiirleri'nin tadını vermez bana!
sevda derinlerdedir, oysa ferhad
üstünü kazmada dağın6
dizelerinin ardında, çocukluğumun Ferhad ile Şirin hikâyeleri, Nazım'ın Ferhat ile Şirin piyesi, hatta Nesimi'nin:
Çün Nesimi'dür bu gün eyyam-ı işkin Hüsrev-i
Ey şeker-leb yar-ı Şirin-rüzgarun, kandesin
beyti yatar. Benim Ferhat koduma basıldığı zaman, ardından Doğu'nun büyük birikimi su yüzüne çıkar. Hilmi Yavuz, "kharybdis ile skylla" yı yazdığı zaman, ben bu şiiri okurken, Azra Erhat'ın Sözlüğüne başvurmak durumundayım. Bu yüzdendir ki Necatigil'in "Kaknus"u, Cansever'in "Phoenix"inden daha yakındır bana.

Ulusal kimliğimiz yanında sınıfsal konumumuz da, şiiri okumamızda önemli bir etken. Sınıfsal tavrımız, dünyaya bakışımızı da şiir okumamızı da etkiler.
Kapansı el kapıları, bir daha açılmasın,
Yok edin insanın insana kulluğunu,bu davet bizim7
Nazım'ın bu dizelerini "kul" ile "kul sahibi" ayrı ayrı biçimlerde okuyacaklardır. Şiiri okumak, kimliğimizden ayrılmaz.

Bu satırları okurken kaç yaşındasınız? Kendinizi yaşlı hissettiğiniz gün şu dizeleri bir kez daha okuyun:

Bırakılan her resim bütün bir ömrü saklar
Ellerini kaldırsalar yıllar dökülür
Birazdan yalıda sanki buluşacaklar
Bir yerde saat çalsa o sevgili görünür
Umut heykeli midir ay ışığı örtünür
Bir pencere açılsa unutulmuş şarkılar
Çocuk bahçelerinden nasıl yankılanırlar
Kalkan her vapurda giden bir yolcu var
Gönderilen her mektup onları götürür
Sabahtan akşama her gün kaç kere ölür8


Adam Sanat, Nisan 1995, S.113



(1) Hilmi Yavuz, "Sırası Gelince", Bedreddin Üzerine Şiirler, s. 39
(2) Ziya Paşa, Zafername, Hz: Fikret Şahoğlu, s.37
(3) Behçet Necatigil, Bütün Eserleri 2, s.109
(4) Rahmeti Reşit Arat, Eski Türk Şiiri, s. 8
(5) Seyyid Nesimi Divanından Seçmeler, Hz: Kemal Edip Kürkçüoğlu, s. 142
(6) Hilmi Yavuz, Doğu Şiirleri, s. 16
(7) Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye, s. 90
(8) Atilla İlhan, "İhtiyarlar Balladı", Böyle Bir Sevmek, s. 33