Gemi Öldü / Melisa Gezen


Bir inanışa göre; yalnız bedenlerin içerisinde yaprakları bilinmeyen ülkelerden çalınmış, köklerini göz kapaklarından düşen gözyaşlarının suladığı ağaçlar bulunurmuş. Yorgun nefeslerin rüzgârıyla açık denizleri selamlarmış ağaçlar. Geceleri yakamozların dans ettiği bu denizlerde balıklar uçar, kuşlar yüzermiş. Bu evrenin derinliklerindeki tüm o hanımeli kokulu sokaklar ruhlarda kayan yıldızlara adanmış dilekleri teslim edermiş dipsiz maviliklere.

Bense göğün yıldızlarla yıkandığı, düşlerin gözlerden akacak kadar ağırlaştığı bir gecede kâğıttan gemilerimi bırakıyorum bu sulara.

Yaman çelişkiler içerisinde kıvranıyorum. Anlamıyorum nedir mühim olan. Bundan böyle kelimeler ışığından yoksun, dalgaların köpükleri okşamıyor toprağı. Artık sana gelmek yasak oluyor bana. Ruhum hiç olmadığı kadar aydınlık. Yelkenlerini keder kokularının şişirdiği yamalı gemimle en uzak sabahlara yol alıyorum. Çocukluğumun getirdiği uğultulu bir aşkın içerisinden el sallıyorsun bana. Çiçekler soluyor, toprak yağmura vuruluyor, su yanıyor yine, yeniden. Ve esmer gecelerin güneşi, hayaller kadar keskin kum tepelerinin ardından sanki akşamın derdiyle bir o kadar ufalıyor tane tane.

Şimdi arkanı dönmüş gidiyorsun. Sonbaharla lekelenmiş saçların, bulutlanmış gözlerin, sıska parmakların, ince uzun boynun ve sen gidiyorsun.

Bundan böyle bilmiyorum ırmaklar nasıl çağlar ve bir yasemen nasıl kokar. Yakıcı sular boğazıma tırmanıyor, tenim kilometrelerce uzanıyor, ihtiyarlamış evren bana sensizlik ağacını bahşediyor. İskeletime tutunan her yanım dökülüyor. Saklandığım köşeden çekip alıyor beni yakalandığım zaman. Bin yıl evvelini tekrarlarken haykırışlarım, çokça ölüyorum, bir daha doğmamak üzere. Kulaklarım bulanık duyuyor, derim yüzülüyor.

İşte sonun sonsuzluğa kavuştuğu başımın üstündeki koca evrenle dün geminin öldüğü gün oluveriyor birdenbire.