ÖYLE BİR SEVMEK/ KAMİL CANBAZ


Kapı gıcırtısıyla birlikte odaya girdi. Kafasını kaldırıp odaya göz attı. Hüznü her halinden belliydi. Islak ve şiş olan gözlerinde bir ağlamak isteği belirdi. Nitekim öyle de oldu tutamadı kendisini hıçkırarak ağlamaya başladı. Yılların eskitemediği yün halıya çöktü. Islak, lekeli, siyah kalın çerçeveli gözlüğünü ağlamasının şiddetinden uzak bir sakinlikle çıkarttı. Gözlüğün yüzündeki yerini mavi gözlerinin kızıllığı aldı böylece. Ağlaması hafiflemişti. Derin bir nefes aldı. Hemen karşısında her zerresinin eskidiğini düşündüğü kitaplığı vardı. Sadece kitap mı gençliği, hırsları, hayalleri, idealleri, hedefleri daha nicesi, hepsi oradaydı. Çok okurdu, çok okumuştu, okuyacaktı da. Gökyüzünden bir parça koparılmış da yüzüne kondurulmuş gibi duran mavi gözleri çalışma masasına ilişiverdi birden. Oradaydı. Okula gittiği yıllarda ağız dolusu küfürlerle kapattığı çalar saatinin yanındaydı. Bir kalem... Üzerinde huzurum dediği kadının ismini yazdırdığı parlak metal yüzeyli dolma kalem. Onu her gördüğünde vücudunu saran heyecan yine almıştı kalp hizasındaki yerini. Evinden ayrıldıktan sonra en büyük pişmanlığı bu kalemdi. Artık ağlayamıyordu, kalemi eline aldı. Nasırlaşmış, siyah mürekkebe boyanmış parmakları ile okşadı kalemi. Bir kalem ancak bu kadar değerli olabilirdi. Paltosunun içerisinde, sol göğsünün üzerindeki cebine, tıpkı acısı ve heyecanı gibi kalp hizasına güzelce yerleştirdi. Toparlanmalıydı artık. Ayağa kalktı ve yeşil sırt çantasına bir hamle yaptı. Çantanın ön gözündeki fermuara gitti eli istemsizce. Dede yadigârı gümüş köstekli saatini gördü. Şaşırmamıştı biliyordu orada olduğunu. Sanki ısrarla kendisini üzmeye çalışıyordu. Henüz kalemin hissettirdiklerini bastıramamışken bir de köstekli saati açması duygusuz olmadığının en büyük kanıtı değil miydi? Saatin içinde kesilmek istenmediği açıkça belli olan bir vesikalık fotoğraf... Lise yıllarından kalma. Saat kapanırken yıpratmış dikdörtgen fotoğrafı, aşınmış köşeleri. Neyse ki bu tek fotoğrafı değil diye geçirdi içinden. Tek fotoğrafı değildi ama birkaç fotoğrafından birisiydi. Saati çalışma masasının üstüne kalemi aldığı yere bıraktı. Eli gitti ama hiç ilişmedi. Orada kalmasını istiyordu. Güç almak istercesine gözkapaklarını ve kaşlarını kaldırdı. Yeşil sırt çantası ile birlikte kitaplığının önüne geçti. Kitaplarla doldurmak istiyordu çantasını. Hangisi olduğunun bir önemi yoktu. Alabildiğine kitap doldururken çantasını yalnıza iki rafı yanına alabildiğini gördü. Alışkındı sahip olamadıklarını daha çok sevmeye. Alamadığı kitapların isimlerine bakıyordu, onların hatıralarını okuyordu, içi ürperdi birden. Bunun kaderi olmasını seçti ve tekrar tekrar okuduğu fakat doyamadığı kitaplarına veda etti kaderine doğru yol almadan önce. Daha fazla durmak istemediğini düşündü. Dışarıya çıktığında şehrin yeni yeni uyanmakta olduğunu gördü. Güneş doğalı çok olmamıştı. Mayıs ayına göre hava epeyce serindi. Ellerini paltosunun ceplerinde saklayarak yürüyordu. Gözleri adımlarını takip ediyordu. İçinde kocaman bir burukluk... Hâlinden yalnızca Faruk anlardı. Şimdi burada olsa diye bir cümleye başlar gibi oldu ama gerçekler ah şu gerçekler engel oldu yine hayal bile kurmasına. Burada olamazdı çünkü o toprağın altındaydı. İçinde hissettiği bu büyük ölüme rağmen ondan çok uzaktaydı. Oysa hani söz vermişti, hani en zor gününde yanında olacaktı? Saçmalıyordu. Ölümdü bu. Çaresi olmayan birçok şeyden biri. Farkındaydı. Kıyısından defalarca döndüğü tükenmenin hep döndüğü o noktadaydı yine. Fakat bu sefer onu kurtarabilecek bir Faruk yoktu. İşte bu farkındalıkla bir adım daha attı. Faruk’un olmayışı daha önce hiç bu kadar koymamıştı. ‘’Ömer!’’ dedi birisi ‘’Karadeniz’de gemilerin mi battı?’’ Kimdi bu tanıdık bir ses? Başını kaldırmak istemedi önce. Bu ses senin için çok değerli diye fısıldadı içindeki ses. Böyle yer edinmişti beyninde. Kaldırdı kafasını, hiç unutamadığı badem gözleri, onları süsleyen uzun kirpikleri, kara kaşları gördü. Kalp hizasından bir şeylerle sanki kalbindeki tüm hüzün hızlıca küçülerek boğazına düğümlenmişti sonra ağzından verdiği tek titrek nefesle yok etmişti düğümü.

Yorumlar