Akıp giden zaman dışında hayat belirtisi göstermeyen bir
akşamüzeriydi. Soğumaya yüz tutmuş olan kahvemi güçlükte elimde tutmaya
çalışıyordum. Pencereyi açmadan bile duyabiliyorum, terk edilmiş bir kadın gibi
yakarışlar döküyordu yağmur. Ama aksine hiçbir ses işitmiyordum sadece bitmek
bilmeyen bir çığlık vardı. Ne zamandır oturduğumu, ne düşündüğümü,
hatırlamıyordum. Elimde yılların eskitemediği bir fotoğraf… Elimde bilinçsizce
tuttuğum fotoğrafa tekrar bakmamla anıların içine gömüldüğümü hissettim.
Gülüşünün aydınlattığı gecede, kalbinin sıcaklığı kaplamış fotoğrafın her
karesini. Bir elimde o akşamdan beri hiç bırakmadığım ayıcığım, diğerinde ise
sımsıkı tuttuğum, güven veren o sıcacık elin. “Biliyor musun, insan gün
batımlarını çok üzgünken seviyor.” demiştin o akşam. O an anlayamamış olsam da,
yeni yeni anlamlandırıyorum o sözünü bu gün batımında.
Birinin yokluğunu her an, her saniye hissedebilir mi insan?
Hissediyorum işte, hem de iliklerime kadar. Her uykusuz gecenin sonunda yine
aynı senaryo ve yine bir ‘canım kızım’ eksik kalmış hatıralarda. Kahramanlar
ölümsüzdür derler; ama sonsuz bir uykuda… Yanaklarım yine ıslanmış, gözlerim
kan çanağı, kahvem soğumuş. Yağmurun ruh halimi yansıtmasındaki garip
huzursuzluk suretimdeki kayıtsızlıkla ortaya çıkarıyor kendini. Unutulmaya yüz
tutmuş anıları gün yüzüne çıkarıp hıncını almak istercesine daha da
şiddetleniyor. Kulaklarımda bir söz çınlıyor: “Yağmur yağınca beni hatırla,
aynı yağmurun altında ıslanacağız!” Tekrar… Ve tekrar…
Sırtımdaki ince tişörte aldırmadan çıkıyorum dışarıya.
Etraftakiler bir çatının altına sığınmış, şaşkınlıkla bakıyorlar bana. Kimseye
aldırmadan çöküyorum olduğum yere. “Benim babam yok yanımda” diyemiyorum.
İçimde aylardır tutsak ettiğim gözyaşlarım isyan edercesine akıyor bu sefer
yanaklarımdan. Diyordu ya İsmet Özel bir şiirinde: “Kapanmayacak yağmurun
aktığı yaralar, çocuklarda.” İçim sökülene kadar ağlıyorum ben de. Yağmur eşlik
ediyor bana, saatlerce…
Yorumlar
Yorum Gönder