ÖZÜR DİLERİM GELECEK / MELEK NUR LAÇUVA



                                                                       -Geleceğe Mektup-


Sevgili Gelecek,
Biliyorum ki bu mektubumu ileride okuyacaksın. Yalnızım diye hayıflanır ya insanlar. Oysaki yalnızlık, etrafında hiç kimsenin, hiçbir şeyin olmaması değil midir? O halde ben yalnız değilim. Etrafımda sahte arkadaşlarım var. Evet, ama beni hiç yargılamayan iki tane dostum var. Biri benim düşüncelerimi okuyor, diğeri ise hep dinliyor; eleştirmeden, yargılamadan, beni kırmadan dinliyor. Bunlar kim mi? Dur seni de tanıştırayım. Kalemim ve kâğıdım.
İşte Gelecek, kalemim kâğıda olan aşkıyla sana anlatıyor düşüncelerimi. Onları iyi dinle olur mu? Çünkü onlar çok yıprandı değer bilmeyen insanlar yüzünden. Hiç sevilmediler.
Benim içimden hapşırık gibi, kahkaha gibi yazmak, hem de hiç durmadan yazmak geliyorken insanlar benim dostlarımı çok kırdı. Oysa amaçları insanları geliştirmek, iyi yerlere ulaştırmaktı. Neden kırdılar ki iki samimi ve birbirine âşık varlığı. Sen de kırma lütfen dostlarımı. Sadece dinle. Sahilde dalgaların sesiyle huzur buluyormuş gibi dinle. Bir kuşun yavrularına gösterdiği şefkatle dinle.

Şimdi sana söylüyorum Gelecek,

Sen hep hayallerin güzel şeylerin, ulaşılacak hedeflerin menziliydin. Hep mutluydun sen bize gülümserdin. Bu kadar öfkeli, bencil değildin. Kalbin kâğıdımın çizgileri kadar düzgün, beyazlığı kadar saf ve temizdi. Şimdi neden ikiyüzlülük akıyor o ışıl ışıl parlayan gözlerinden? Neden güzel şeyler vaat edip de kötülük ve kin yayıyorsun? Neden öfkelisin bu kadar? Bembeyaz bir kar yığının üzerinde yavaş yavaş akan ve sıcaklığıyla karı eriten bir kan gibidir o öfke. Bilmez misin?

Tamam. Sana da hak veriyorum. Seni bu hale biz getirdik. Biz yıktık kendi hayallerimizi. Kendi hayatımızı mahvettiğimiz gibi seni de kırdık. Sanki bir cama taş atar gibi ayırdık seni parçalara. Belki şimdi bir özür borçluyuz sana. Senden özür diliyorum Gelecek. Farkındayım geç kaldım. Bunları düşünmek için. Geç anladım senin de bir kalbin olduğunu. O halde özür diliyorum. Yaşıtlarım için, benden büyük veya küçük, ölmüşler ya da doğacak bebekler için tekrar tekrar özür diliyorum. Bunu demem saçma olacak ama ne olur kabul et özrümü.

İnsanlar seni çok severdi önceden ama kendi hırsları yüzünden çok yaktılar kalbini. Öfkeleri yüzünden kar taneciği gibi erittiler gururunu. Hayal kurmaya korkar oldu hepsi. Oysa kinle kapladıkları kalpleri önceden bembeyazdı bir kâğıt kadar. Saf ve temizdi bir güvercin kadar. Ben de istiyorum herkesin mutlu olduğu, korkunun, savaşın, öfkenin olmadığı bir gezegen. Ama anlamıyorum Gelecek; insanlardaki bu öfke, kin, hırs, para aşkı da ne! Anlamıyorum, anlayamıyorum. Neden kimse elindekinin değerini bilmeyip daha fazla, daha iyisini istiyor. Hatta sana İclal Aydın’ın bir kitabında söylediği o muhteşem sözü de söyleyeyim: “Belki o masallardaki üvey anneler, kötü kalpli krallar, yalancılar, düzenbazlar da çocukken bir şekilde hayal kuruyorlardı elbette. Eminim hiçbiri ‘Büyüdüğümde kötü kalpli bir üvey anne, sahtekâr bir tüccar, yalancı bir kral olacağım.’ dememişti kendine.” Peki, neden böyle oldular? Neden bebekler dünyaya gelirken ağlıyorlar? Biliyorlar mı neler olacağını? Yoksa hissediyorlar mı burada mutsuz olacaklarını? Şimdi sen cevap ver ey Gelecek, dünyayı kurtarmak için, mutlu olmak için… Cevap ver lütfen, yoksa tek başıma kalkamıyorum bu yükün altından. Korkuyor musun? Eğer istersen yanında ben varım, belki istemesen de ben varım. Elini uzat yeter. Korkunun açık kalan kapısını kapatma bana, bize. Bir ışık tut biraz. Hani kuşlar akşam karanlıkta etrafı göremez ya. Bizde öyleyiz şimdi. Sabahı bulamıyor kimse. Bize sabahın yolunu göster. Sen bizi bulamayıp korkuyorsan eğer. Bırak seni korktuğun yerden kurtaralım. İnsanların kalplerindeki kini al ve denizin binlerce derinliğine hapset. Şu işe yaramaz öfkelerimizi al ve uzaya fırlat, hiçbir yıldızın da olmayacağı bir yere. Onlar da etkilenmesin. Hapsedilmiş hayallerimizi, mutluluklarımızı, umutlarımızı serbest bırak. Ya da yerini söyle biz koşup bulalım.

Mutlu olalım artık biz de, sen de. Savaş da ne oluyor şimdi bu güler yüzlü çocukların yanında. Tutsaklık da ne, uçan bir güvercinin yanında. Elbette rekabet olacak ülkeler, insanlar arasında ama neden savaş? Neden bilgiyi seçip kalem ve kâğıdı güldürmüyorlar? Neden teknolojiyi kötü yönde kullanıp silahlarla can hatta canlar yakıyorlar. Yardım et ve artık “Dur!” de insanlığa. Hadi diğer milletleri geçtim ama Bize ne oldu, nasıl oldu da zekayı, kurnazlıkla, vicdanı cüzdanla, gururu açgözlülükle karıştıran insanlara dönüştük. Dökülen onca kana hiç mi saygı kalmadı.

Neyse, seni de iki dostumu da çok yordum bu değer bilmeyen insanlık için. Bak ben bile karamsarlığa düştüm hiçbir şey düzelmeyecek diye. Ama hayat çok güzel biliyor musun? Bu cümle bunca kötülüğün içinde hâlâ bir umut, rağmen, her şeye rağmen, hayata rağmen…

Ben senden kanadı kırık, uçamayan, kediler tarafından yenmeye mahkûm olan bir kuşun kediye yalvarışının çaresizliği gibi özür diliyorum. “Bazen kapıları kapatmak ‘Çal kapımı’ demektir.” diyor ya Kahraman Tazeoğlu. Bu yüzden herkes mutlu olur, demeyeceğim. İnşallah olacak, buna inanıyorum. Çünkü inanmaya ihtiyacım var. Artık hiçbir film mutlu sonla bitmiyor. Evet. Ama hiç olmazsa film uzun sürseydi diye kederleniyor insanlar…


Yorumlar