AŞK NEYDİ? / AYŞE DOĞRU














Bardaktan boşalırcasına bir yağmurdan sonra ağaçtan düşen rengini yitirmiş yapraklara basa basa yürüyorlardı birbirlerinden habersizce.
            Önce kadın kaldırdı başını gözlerinin çığlık atan hüznünü yere bırakarak. Uzun yılların fosilleşmiş duygularını buldu yüreğinin karanlık odasındaki hazinesinde. Kaç yıl olmuştu? Ne kadar zaman geçmişti? Hala karmakarışıktı kadın için basit sayıları takip edebilmek.
            Adam şaşkınlığı atamamış, sadece çocuk gibi kalmıştı sevdiğinin karşısında. Ne hissedeceğini bilmiyor, ne yapması gerektiğini, ne söyleyeceğini bilmiyordu. Sahi aradan kaç yıl geçmişti? Saymak istemiyordu. En iyi yaptığı şeyi yapmaktan korkuyordu…
            Zaman, oyun mu oynamıştı onlara. Evet. Büyük bir şey isteyen çocuğu küçük bir şekerle kandırır gibi. Çok yavaş geçiyordu. Hâlbuki o kadar hızlıydı ki, aklın hayal edemeyeceği kadar.
            Kadın yüreğindeki vefa kırıntılarına dayanamayıp ilk sözü söyledi:
            -Çok zaman geçti görüşmeyeli.
            -Öyle olmalı, çok değişmişsin.
-Bilmiyorum, ben mi değiştim yoksa bakışların mı?
-İkisi de değişmedi. Biz büyüdük; aşkı öğrenecek kadar, hatta fazlasıyla büyüdük.
Sustular. Aslında bu sükûnet tüm konuşmalara bedeldi. Kadın sessizce ağlıyordu. Ama ne gözyaşları ne de söyledikleri, kalbindeki yangını söndürüyordu. Adam kararsızlıkla yaklaştı kadına. Kadının ta gözerinin içine bakıyordu. Gözyaşlarını sildi kadının ve ona sarıldı. Rüzgârın yapraklara bir aşk şarkısı fısıldamasıyla bozuldu, bir adam ve kadının sessizliği. Güneş bir aşka daha şahit olmuştu. Ve beyaz bir hatıra düşüyordu yağmurların ardından.
            Tüm bu konuşulanları umursamaz bir tavır ile dinledi. THE END yazısının ardında neler saklıydı oysa.
            Yalancı şahitlik yaptığı kendi davasını yeniden açmıştı ve hâkimden af istedi müebbet verdiği duyguları için. Ama yok bulamıyordu. Birçok şeyin anlamını veya sebebini bilmiyordu. Ya da içindeki mutluluğu kemiren suçluluk duygusunun panzehrini. Akıntıya ters giden kayıktaki küreğin son bir çabası gibiydi, uzun zamandır hiç akmayan gözyaşlarının duası.
Ve ağlıyordu insanlar izlediği filmlerde. Aşkları için, dostlukları için, o ise bu gibi şeylere değer vermemişti. Ama sonuçta sadece yalnızlık kaldı payına. Aşk neydi de insanlar onun için gözyaşı döküyor ve bazı şeyleri feda ediyorlardı. Bir adam ve bir kadın ne kadar mutlulardı birbirlerini yeniden yıllar önce söz verdikleri yerde bulduklarında. Söz bitmiş ve yalnızca gözler konuşmaya başlamıştı, hiç konuşmadan birbirlerini nasıl anlayabiliyorlardı? Özel bir dil miydi aşk; kavuşmak mı, feda etmek miydi?  Var olmak mıydı yokluğuyla, yok olmak mıydı varlığıyla. Hepsi, diyor biri. Aşk, hepsi ama hiç biridir de. İçimdeki hiç âşık olmayan kalp söylüyor bunları. Bir adam ve bir kadının belki bunlardı ilk hissettikleri, belki değildi. Bir adam ve bir kadının payına göklerden düşen vuslat esintisi kaldı yalnızca…


Yorumlar