Bardaktan boşalırcasına
bir yağmurdan sonra ağaçtan düşen rengini yitirmiş yapraklara basa basa yürüyorlardı
birbirlerinden habersizce.
Önce kadın kaldırdı başını
gözlerinin çığlık atan hüznünü yere bırakarak. Uzun yılların fosilleşmiş
duygularını buldu yüreğinin karanlık odasındaki hazinesinde. Kaç yıl olmuştu?
Ne kadar zaman geçmişti? Hala karmakarışıktı kadın için basit sayıları takip
edebilmek.
Adam şaşkınlığı atamamış,
sadece çocuk gibi kalmıştı sevdiğinin karşısında. Ne hissedeceğini bilmiyor, ne
yapması gerektiğini, ne söyleyeceğini bilmiyordu. Sahi aradan kaç yıl geçmişti?
Saymak istemiyordu. En iyi yaptığı şeyi yapmaktan korkuyordu…
Zaman, oyun mu oynamıştı
onlara. Evet. Büyük bir şey isteyen çocuğu küçük bir şekerle kandırır gibi. Çok
yavaş geçiyordu. Hâlbuki o kadar hızlıydı ki, aklın hayal edemeyeceği kadar.
Kadın yüreğindeki vefa
kırıntılarına dayanamayıp ilk sözü söyledi:
-Çok zaman geçti görüşmeyeli.
-Öyle olmalı, çok
değişmişsin.
-Bilmiyorum, ben mi
değiştim yoksa bakışların mı?
-İkisi de değişmedi. Biz
büyüdük; aşkı öğrenecek kadar, hatta fazlasıyla büyüdük.
Sustular. Aslında bu
sükûnet tüm konuşmalara bedeldi. Kadın sessizce ağlıyordu. Ama ne gözyaşları ne
de söyledikleri, kalbindeki yangını söndürüyordu. Adam kararsızlıkla yaklaştı
kadına. Kadının ta gözerinin içine bakıyordu. Gözyaşlarını sildi kadının ve ona
sarıldı. Rüzgârın yapraklara bir aşk şarkısı fısıldamasıyla bozuldu, bir adam
ve kadının sessizliği. Güneş bir aşka daha şahit olmuştu. Ve beyaz bir hatıra
düşüyordu yağmurların ardından.
Tüm bu konuşulanları umursamaz bir
tavır ile dinledi. THE END yazısının ardında neler saklıydı oysa.
Yalancı şahitlik yaptığı
kendi davasını yeniden açmıştı ve hâkimden af istedi müebbet verdiği duyguları
için. Ama yok bulamıyordu. Birçok şeyin anlamını veya sebebini bilmiyordu. Ya da
içindeki mutluluğu kemiren suçluluk duygusunun panzehrini. Akıntıya ters giden
kayıktaki küreğin son bir çabası gibiydi, uzun zamandır hiç akmayan
gözyaşlarının duası.
Ve ağlıyordu insanlar
izlediği filmlerde. Aşkları için, dostlukları için, o ise bu gibi şeylere değer
vermemişti. Ama sonuçta sadece yalnızlık kaldı payına. Aşk neydi de insanlar
onun için gözyaşı döküyor ve bazı şeyleri feda ediyorlardı. Bir adam ve bir
kadın ne kadar mutlulardı birbirlerini yeniden yıllar önce söz verdikleri yerde
bulduklarında. Söz bitmiş ve yalnızca gözler konuşmaya başlamıştı, hiç konuşmadan
birbirlerini nasıl anlayabiliyorlardı? Özel bir dil miydi aşk; kavuşmak mı, feda
etmek miydi? Var olmak mıydı yokluğuyla,
yok olmak mıydı varlığıyla. Hepsi, diyor biri. Aşk, hepsi ama hiç biridir de. İçimdeki
hiç âşık olmayan kalp söylüyor bunları. Bir adam ve bir kadının belki bunlardı
ilk hissettikleri, belki değildi. Bir adam ve bir kadının payına göklerden
düşen vuslat esintisi kaldı yalnızca…
Yorumlar
Yorum Gönder