BAHÇEMİZ / AYŞE DOĞRU



       Sabah ilk ışıklarını çoktan açmıştı etrafa. Erkenden kalkan biz kısa bir süre önce evimizin önündeki bahçeye inmiştik. Dedemin dedesine, babasından kalmıştı bu bahçe. O günden bu güne birçok olaya, birçok ekmek savaşına şahit olmuştu. Zaman hiç eskimeden ilerlemişti bu bahçede. Ve şimdi sıra bizde idi. Kardeşim pek mutlu değildi bu durumdan. Onun için bu bahçe her sabah erkenden kalkma, akşama kadar sadece öğlen hariç çalışma ve harçlıktı. Hatta yazın bu köye gelmeyi de istemezdi. Çünkü teknolojiden uzak bir yerleşim yeriydi burası. Şehirlerde taşlaşan kalplerimizin nefes alma yeriydi buralar. Buraya da teknolojiyi getirirsek ne farkı kalırdı buraların giderek duygusuzlaşan şehirlerden. Şu toprak, ağaç, mısır, marul kokan tarladan ne isterim ki başka ben.

        Buradaki evimiz çok büyük. Daha doğrusu ananemin evi ama biz tüm aile birleşiriz bu evde. Evimiz köyün dışına doğru geniş ormanların başladığı, dağların yavaş yavaş göründüğü, güneşin doğuşunun ve batışının, güneş batınca da yıldızların en net ve muhteşem göründüğü yerdir burası.
       
       Çatı katındaki odamın penceresinden ışıklar sızmaya başlamıştı. Yavaş hareketlerle gerinmeye başladım ve aynı odada yattığımız kardeşim ve kuzenimi de kaldırdım. Alışmıştım artık erken kalkmaya. Vücudum günün ilk ışıklarını hissetmeye başlayınca uyanırdı. Her zamanki gibi kardeşim kalkmak istemezdi. Yatağımdan inip ilk adımımı attım. Odada bir yatak vardı sadece, kardeşim ve kuzenime yer yatağı hazırlamıştı ananem. Sağ tarafta ananem in meşhur sandığı ve onun biraz üzerinde duvarda asılı bir ayna ayrıca da yatağın karşı tarafında bir gardırop vardı. Gardırop un içinde valizlerimiz ve sadece köyde çalışırken giydiğimiz kıyafetlerimiz vardı. Annem sesleniyordu.  Her zamanki gibi ben derin deryalara yelken açmıştım; kuzenim üstünü giyinmiş ve kardeşim yatakta küllenirken seslendi annem. Belki monoton bir hayat şekliydi. Ama hiçbir hayat şekli bu kadar lezzetli olamazdı…

      Kahvaltımızı ananemin annesinden kalan o masa da yaparız her zaman. Kocaman bir masa değildi belki de ama tüm aileyi topladı çevresinde. Ön tarafında tek bir çizik bile yoktur. Çünkü ananem çok iyi bakar masaya. Sadece arka tarafında ayaklarının kapandığı orta noktada bir delik vardı.

      Aşağı doğru adımlarımı atarken merdivenden gıcırtı sesi gelir her bir basamakta. Her geldiğimizde tamir ederdi babam burayı. Hiç üşenmezdi bu konuda. Biraz ilerleyince sol tarafta mısır tarlası, az ileri de sol tarafta çoğu toplanmış bir marul tarlası vardı. Şimdi pek bir tarlaya benzemiyordu; çünkü marulların çoğu toplanmıştı. Kardeşim yine kavakların azıcık ilerisindeki yere oturmuş en küçük kuzenimle oynuyordu. Bir büyük kuzenim çoktan eline kitabını almıştı. Ablam ve en büyük kuzenim çoktan başlamıştı marulları birer birer toplamaya. Ben ise bu derin düşüncelerden kopamamış öylece bekliyordum. Evet, öylece bekliyordum. Tek yaptığım öylece bekleyip derin hülyalara dalmak. Çünkü korkuyordum. Çok korkuyordum. İnsanlar yavaş yavaş taşlaşan ormanlar gibiydi. Kalplerini de taşlaştırıyorlardı. Evet korkuyorum bir gün penceremden sızan o ışığı fark edememe ihtimalim olduğum için. Diğer ağaçlardan kibirli davranan kavakların bir daha boylarından dolayı kibirlenemeyeceği için…

Yorumlar