YAĞMUR VE YALNIZLIK /AHMET TOPBAŞ



Şehrin peronlarında asılı bir çığlık gibi durduğum o saatlerde bir yağmur ince ince yağmaya adeta yangın yerine dönmüş, harabelerinden göz gözü görmeyecek kadar sisli ruh halimi söndürmeye çalışıyordu. Aklımın dehlizlerinde süzülen acıları göz pınarlarıma sevk ediyordum. Berrak bir tınısı çıkıyordu ömrümün meçhul senfonisinin kırık notalarından. Elimin, parmaklarımın arasından hülyalara akıttığım umutları ıslaklığımın coğrafyasında öylece bırakıyordum. Niyeydi bu terk ediş, bende hak edilmemiş vedalar bırakacak kadar... Niyeydi ayaklarımla yürümekte zorluk çekişim. Belki aşkın damarlarında bırakılan buğulu bir busenin günahıydı cümlelere dökülmeyen. Ekmek mübarekliği gibi alnımda tuttuğum elleri belki benim nefsi kıyametimdi.
Diyorum ya, içimin peronlarında yaşadım ben ayrılığı ıslak bir mayıs akşamında. Yağmuru düşündüm önce, parmaklarıma akseden raksını izleyerek.. Sahi niye bu kadar değerli dizelere aşina parmakların hissettiği bu sadelik, bu huzur, bu içimizdeki duygulara gem vururcasına sarhoşluk? Yağmuru yağmur yapan neydi bu, deryalarına lal olan dilimin tutukluluğu…
Yârin gözlerinde kurumaya susamış, benliğimin o rutubetli yanı mı? Hani isimsizliğine adadığım satırlarda beni bul demiştim senli yanlarında. Beni bul…
Adını anmaktan korktuğum satırlarda
Susmaları kaptırıyorum sana 
Gidişinin resmine düşmüş hüznün
Ve bakışlarında soğuttuğun maviliğin enkazıyla
Yeni bir güne uyanıyorum...
Diye başlamıştı ya kimsesizliğim… Günün birinde gitmemiş miydi Pia çocukların bile görmek istemediği bir limandan. Oysa Sirkeci’nin karanlık duraklarında sabahlamıştı omuzlarında yağmurlarla. Evet yine o vardı dizelerde konaklanan misafir. İsminin türlü seslerinde ayrılığa prangalı hasretle, Yüzünün türlü çizgilerinde yaşanmışlığın ayak izleri… Nedendir bilmem, bende tutkulu tiryakilikler bırakır bu yağmur her dizede. Baharın tuzlu nefesinden aldığım ilk yudumla idi bu başlangıç.
Mevsimler değişir o gelince. Yeni seyri seferler düzenlenir kayıp atlasın çiziminde bile boşluk olan diyarlarına…
Yağmur yağar biz bayram ederiz, yağmur yağar yaşanmışlıklar hatırlanır, yağmur yağar ıslanırız  sevda yamaçlarına kurulu sofralarda. Daha önce hissedilmeyen rayihalar bırakır zihinlere. Bu, toprağın maşukuna adadığı kurbanıdır rahmet tadında. İçinde insan olan bu gönül mahzeninde  kol kola ilerlenen patikalar, sık ağaçlar ve tabiatın adeta isyan edercesine gizlediği yosun kaplı ağaç gövdeleri… Ruhumun ilahi nağmelerinde eriyen musikişinaslığı burada, bu ormanın herhangi bir köşesinde sesine ses bulur. Birbirine karışırcasına birleşen sonra ayrılıp tekrar birleşen; yapraklarında oluşmuş çiy tanelerindeki bu berrak ışık, bu eda, bu ruhaniyetin başkenti gölgeliğin sahibi güneştir en mahrem sırdaşı yağmurların. Onlardır aslında insan denen tuhaf ama bir o kadar yalnız varlığını örnek iki çift. 
Farklı mevsimlerin sevdalısıdırlar onlar. Uzak diyarların, özlemle hatırlanan ikindi saatlerinde, demli bir çay kıvamında hararetli ve bir o kadar serin o ücra köylerinde gözlerden uzakta dinlenmeye çekilir bu iki sevdalı… Közlenen rüyaların, sıkılmışlıkların, bazıları için hasretin o rehavetli kaçışlarının odağındadır buralar. Yinelenen gitmeler mevsiminde istenilenin bu ücralığın mı yoksa yağmurun verdiği huzurun hasreti mi olduğu bilinmez. Lakin ne zamanki o peronda Mezopotamya'nın eşsiz manzarasına karşı dursam Babil’in asma bahçelerinde asılı kalırım yârin hayaline. O gün gitmek istediğim yer yine yârinden ayrılan, mevsimlerin üvey çocuğu bu yağmurlardır. Onun içindir dizelere kurban ettiğim ayrılık şarkılarında adı geçen yârin ismi yağmurdur. Onun için huzur huzur diye ağlayan bu çocuk yanımı onunla kandırışım. Gözyaşını sözyaşı yapışım...


Neyse ki yağmurlar var bu şehirde ve ben her ağladığımda yanağımda karışır bu iki sevgilinin hasret damlaları. Neyse ki sen varsın mürekkebe değecek kadar ismi gizlediğim. Ben yine o peronda konakladım bu gece. Ve ihtiyar yüreğimle yine yağmurlara misafir oldum. Teşekkür ederim, teşekkür ederim sol yanım.

Yorumlar

Yorum Gönder