ÇIRPAR BAZEN HAYAT / ALİ AKÇAKAYA



Normal bir sabaha uyanacaktım. Gözümü açmadan önce böyle düşünüyordum. Hayatımın en ilginç olayının gerçekleştiğini tahmin bile edemezdim. Sağ elim büyük bir çırpma teline dönüşmüştü.  Attığım çığlıktan korkan evcil bukalemun ’umun rengi yeşilden mora dönmeye başladı. Gözüme inanamıyordum. İlk kez renk değiştiriyordu aldığımdan beri. Gerçi dün gelmişti eve ama olsun. Tekrar elimi düşünmem gerektiğini biliyordum ama manzara karşısında büyülenmiştim. Rengârenk bir bukalemun dolaşıyordu odada. Neyse. Neredeydi parmaklarım? Gece yatmadan önce buradaydılar. Ağlamak istiyordum. Nereye gitmişlerdi acaba? Kapının çalmasıyla kendime geldim.
Gelen Kokol’du. Tam bir deliydi. Mülayim bir tipi vardı ama içini hiç kimse bilemezdi. Yazardı da kendi çapında. Hatıra defterini yayınlatma gibi saçma bir hayali vardı. Kim okurdu onun hatıralarını. Kırmamak için söylemiyordum bunu kendisine. Üzülmesini de istemiyordum. Belki dünyaca ünlü bir yazar olacaktı bunu bilemeyiz. Meraklı olduğu için hemen arkama götürdüğüm elimde ne sakladığımı sormuştu. Direnmenin faydası yoktu elbet görecekti. Çıkarıverdim elimi meydana. Hafif bir pasta kokusu yayıldı eve. Kokol şaşırmamıştı. Hayal gücü genişti ya ondandı herhalde. Konuşmuyordu ama. Belli ki bir şey düşünüyordu. Bir anda öne doğru atılıp: “Düşünsene kulağın bir sabah uyandığında yerinde yok. Ve sokağa çıktığında bir insan şeklinde görüyorsun kulağını.” Başka hiçbir şey söylemeden çıktı gitti evimden. Kapıyı kapatsaydı bari. Tek elliydim artık ben. Çok düşüncesizdi bu Kokol. Kesin yazmaya gitti bu konuyu. Kim bilir hangi dergide yayınlatacak, bin bir uğraşla tabi.
Hayır hayır olamaz işe gitmem gerekiyor benim. Devlet dairesinde sabah 8 akşam 5 bir işe sahibim söylemedim değil mi bunu. Bu elle mi çıkacağım insanların karşısına. Eldiven gibi bir şey mi taksam? Yine belli olur ki. En iyisi paltonun içine saklamak elimi. En azından yolda kimse görmez. İşe gidince düşünürüz ne yapacağımızı. İşyerime giden yol neden uzamıştı ki şimdi bu kadar. Hadi be şoför kardeşim bas şu gaza, zaten geç kaldık. Hayır aynı saatte gelmiştik. Yarım saat işte. Her günkü gibi. Tek elle para saymak ne zormuş. Tek elle her şey zormuş aslında.
İşyerinde bir anda odak noktası olmuştum. Herkes bana bakıyordu. Ya da ben öyle hissediyordum. İlk kez evrakın içinde kaybolmayı bu kadar çok istiyordum. Sandalyeme oturmamla  telefonun çalması bir oldu. Arayan patrondu. Odama gel diye kükremişti. Utana sıkıla çaldım kapıyı ve girdim içeri. Bayılacak gibi oldum patronu görünce. El’im patron olmuştu, ya da patron el’im. İki ihtimal de korkutucuydu. Gözümü kaçırdım patrondan. Sonra baktığımda her şey normale dönmüştü. Kokol’un yüzündendi bu. Belleğime kazımıştı bunu sabahleyin. Göbekli, kel, sinirli imajına hiç uymayan patronum karşımdaydı. “Elini çıkar cebinden!” ikazıyla kendime geldim. Ne çok kendimi kaybediyordum bu aralar. Çıkardım aniden. Ne yapmıştım ben. Her şey meydandaydı. Yine o enfes koku yayıldı. Nasıl açıklayacaktım şimdi ben bunu? Bilmiyorum desem inanır mıydı? İnanmadı. Muhasebe mi dedi yoksa musahabe mi dedi tam anlayamadım ama bildiğim bir şey vardı o da işsizdim artık. Üstelik işyerindeki herkese de rezil olmuştum. Bizim eve lazımdı bundan versene şunu diyenler bile oldu. Kusmamak için zor tuttum kendimi.
Ne yapacaktım şimdi? Kim iş verirdi tek eli olan ve diğer eli çırpma teli olan bir adama? Elimi sallaya sallaya yürüyordum artık caddede. Görsünlerdi, fark etmezdi. Artık herkes el’di zaten bana. Umutsuzluğun dibini sıyırırken bir pastanenin camındaki ilana takıldı gözlerim. Usta mı arıyorlardı. Daldım içeri. Sıcacıktı ortam. İnsanlarda öyle. Patronun beni görünce gözleri parlamıştı. Bu heyecanını: “Çırpma makinesi de alacaktık sen iyi denk geldin. Bir taş ile iki kuş. Yarın gel başla.” diyerek açıkladı. Bir kapı kapanıp diğer kapı açılmıştı. Her şey yolundaydı şimdi. Alışmam gerekiyordu sadece çırpma telli olarak yaşamaya.
Akşam eve gittiğimde bir şeyler eksikti. Kokol’du tabi ki bu. Aradım hemen geldi. Oturduk. Konuştu durdu. “Kulak” diye bir öykü yazmıştı ve ilginçtir ki hemen kabul edilmişti dergide basılmak için. Ah Kokol. Aldığı avansla da yiyecek bir şeyler almıştı bana. Bir el getirseydin ya Kokol. Sol el ile hiçbir şey yapılmıyor. Burnumu bile silemiyorum doğru düzgün. Şekilden şekle giriyorum yemek yerken. Tırnağımı keser misin Kokol. Yarın işe başlayacağım, hijyenik olmam gerekiyor. Derinden kesme Kokol. Acıtıyorsun. Yapma. Tamam tamam sağol Kokol. Gitme şimdi. Biraz daha otur. Evden mi beklerler? Hadi git öyleyse. Geç oldu zaten ben de yatacağım. Yarın güzel bir güne başlayacağız.

Güneşin odamın kapısını çalmadan içeri girdiğine kızdığımdan mıdır bilmiyorum yataktan fırlarcasına kalktım. Her güne şaşırarak başlamak zorunda mıydım? Bu sefer attığım çığlığa tepkisiz kaldı bukalemun ’um. O da alıştı tabi. Bir günlük serüven bitti işte. Elim eski haline dönmüştü. Pastaneye gitsem almazlar ki bu halimle. Devlet dairesindeki işe tekrar başvursam? Rezilliğimi yüzüme vurup dururlar mı? Yarını beklesem? Belki yine çırpma teli olur mu elim?

Yorumlar

  1. Tebrikler. Gogol'ün, Kafka'nın açtığı yoldan bizi hayatın bilinmezlerine götürüyorsun. Çırpıldık :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder