Normal bir sabaha uyanacaktım. Gözümü açmadan önce böyle
düşünüyordum. Hayatımın en ilginç olayının gerçekleştiğini tahmin bile
edemezdim. Sağ elim büyük bir çırpma teline dönüşmüştü. Attığım çığlıktan korkan evcil bukalemun ’umun
rengi yeşilden mora dönmeye başladı. Gözüme inanamıyordum. İlk kez renk
değiştiriyordu aldığımdan beri. Gerçi dün gelmişti eve ama olsun. Tekrar elimi
düşünmem gerektiğini biliyordum ama manzara karşısında büyülenmiştim. Rengârenk
bir bukalemun dolaşıyordu odada. Neyse. Neredeydi parmaklarım? Gece yatmadan
önce buradaydılar. Ağlamak istiyordum. Nereye gitmişlerdi acaba? Kapının
çalmasıyla kendime geldim.
Gelen Kokol’du. Tam bir deliydi. Mülayim bir tipi vardı ama
içini hiç kimse bilemezdi. Yazardı da kendi çapında. Hatıra defterini
yayınlatma gibi saçma bir hayali vardı. Kim okurdu onun hatıralarını. Kırmamak
için söylemiyordum bunu kendisine. Üzülmesini de istemiyordum. Belki dünyaca
ünlü bir yazar olacaktı bunu bilemeyiz. Meraklı olduğu için hemen arkama götürdüğüm
elimde ne sakladığımı sormuştu. Direnmenin faydası yoktu elbet görecekti.
Çıkarıverdim elimi meydana. Hafif bir pasta kokusu yayıldı eve. Kokol
şaşırmamıştı. Hayal gücü genişti ya ondandı herhalde. Konuşmuyordu ama. Belli
ki bir şey düşünüyordu. Bir anda öne doğru atılıp: “Düşünsene kulağın bir sabah
uyandığında yerinde yok. Ve sokağa çıktığında bir insan şeklinde görüyorsun
kulağını.” Başka hiçbir şey söylemeden çıktı gitti evimden. Kapıyı kapatsaydı
bari. Tek elliydim artık ben. Çok düşüncesizdi bu Kokol. Kesin yazmaya gitti bu
konuyu. Kim bilir hangi dergide yayınlatacak, bin bir uğraşla tabi.
Hayır hayır olamaz işe gitmem gerekiyor benim. Devlet
dairesinde sabah 8 akşam 5 bir işe sahibim söylemedim değil mi bunu. Bu elle mi
çıkacağım insanların karşısına. Eldiven gibi bir şey mi taksam? Yine belli olur
ki. En iyisi paltonun içine saklamak elimi. En azından yolda kimse görmez. İşe
gidince düşünürüz ne yapacağımızı. İşyerime giden yol neden uzamıştı ki şimdi
bu kadar. Hadi be şoför kardeşim bas şu gaza, zaten geç kaldık. Hayır aynı
saatte gelmiştik. Yarım saat işte. Her günkü gibi. Tek elle para saymak ne
zormuş. Tek elle her şey zormuş aslında.
İşyerinde bir anda odak noktası olmuştum. Herkes bana
bakıyordu. Ya da ben öyle hissediyordum. İlk kez evrakın içinde kaybolmayı bu
kadar çok istiyordum. Sandalyeme oturmamla telefonun çalması bir oldu. Arayan patrondu.
Odama gel diye kükremişti. Utana sıkıla çaldım kapıyı ve girdim içeri.
Bayılacak gibi oldum patronu görünce. El’im patron olmuştu, ya da patron el’im.
İki ihtimal de korkutucuydu. Gözümü kaçırdım patrondan. Sonra baktığımda her
şey normale dönmüştü. Kokol’un yüzündendi bu. Belleğime kazımıştı bunu
sabahleyin. Göbekli, kel, sinirli imajına hiç uymayan patronum karşımdaydı.
“Elini çıkar cebinden!” ikazıyla kendime geldim. Ne çok kendimi kaybediyordum
bu aralar. Çıkardım aniden. Ne yapmıştım ben. Her şey meydandaydı. Yine o enfes
koku yayıldı. Nasıl açıklayacaktım şimdi ben bunu? Bilmiyorum desem inanır
mıydı? İnanmadı. Muhasebe mi dedi yoksa musahabe mi dedi tam anlayamadım ama
bildiğim bir şey vardı o da işsizdim artık. Üstelik işyerindeki herkese de
rezil olmuştum. Bizim eve lazımdı bundan versene şunu diyenler bile oldu.
Kusmamak için zor tuttum kendimi.
Ne yapacaktım şimdi? Kim iş verirdi tek eli olan ve diğer
eli çırpma teli olan bir adama? Elimi sallaya sallaya yürüyordum artık caddede.
Görsünlerdi, fark etmezdi. Artık herkes el’di zaten bana. Umutsuzluğun dibini
sıyırırken bir pastanenin camındaki ilana takıldı gözlerim. Usta mı arıyorlardı.
Daldım içeri. Sıcacıktı ortam. İnsanlarda öyle. Patronun beni görünce gözleri
parlamıştı. Bu heyecanını: “Çırpma makinesi de alacaktık sen iyi denk geldin.
Bir taş ile iki kuş. Yarın gel başla.” diyerek açıkladı. Bir kapı kapanıp diğer
kapı açılmıştı. Her şey yolundaydı şimdi. Alışmam gerekiyordu sadece çırpma
telli olarak yaşamaya.
Akşam eve gittiğimde bir şeyler eksikti. Kokol’du tabi ki
bu. Aradım hemen geldi. Oturduk. Konuştu durdu. “Kulak” diye bir öykü yazmıştı
ve ilginçtir ki hemen kabul edilmişti dergide basılmak için. Ah Kokol. Aldığı
avansla da yiyecek bir şeyler almıştı bana. Bir el getirseydin ya Kokol. Sol el
ile hiçbir şey yapılmıyor. Burnumu bile silemiyorum doğru düzgün. Şekilden
şekle giriyorum yemek yerken. Tırnağımı keser misin Kokol. Yarın işe
başlayacağım, hijyenik olmam gerekiyor. Derinden kesme Kokol. Acıtıyorsun.
Yapma. Tamam tamam sağol Kokol. Gitme şimdi. Biraz daha otur. Evden mi
beklerler? Hadi git öyleyse. Geç oldu zaten ben de yatacağım. Yarın güzel bir
güne başlayacağız.
Güneşin odamın kapısını çalmadan içeri girdiğine kızdığımdan
mıdır bilmiyorum yataktan fırlarcasına kalktım. Her güne şaşırarak başlamak
zorunda mıydım? Bu sefer attığım çığlığa tepkisiz kaldı bukalemun ’um. O da
alıştı tabi. Bir günlük serüven bitti işte. Elim eski haline dönmüştü. Pastaneye
gitsem almazlar ki bu halimle. Devlet dairesindeki işe tekrar başvursam?
Rezilliğimi yüzüme vurup dururlar mı? Yarını beklesem? Belki yine çırpma teli
olur mu elim?
Tebrikler. Gogol'ün, Kafka'nın açtığı yoldan bizi hayatın bilinmezlerine götürüyorsun. Çırpıldık :)
YanıtlaSil