Dokuzuncu sınıfa gidiyordum. Okul
dönüşü eve geldiğimde babaannemin bizde olduğunu gördüm,
ağlıyorlardı. Annem de onları sakinleştirmeye çalışıyordu, ‘’Buna ağlanmaz. Sevinin azıcık.’’ diyordu. Dayanamayıp ne olduğunu sordum, nihayet annem anlattı.
Babam Dubai’ye gidecekmiş. İnanamadım, üzüntüden falan değil, ciddi ciddi inanamadım,
şakadır diye düşündüm. Akşam olup babam geldiğinde ev kalabalıktı, neredeyse
tüm aile bizdeydi. Aralarından geçip babamın yanına gittim, ona da sordum,
gideceğini söyledi ama yine inanamadım, yine şakadır diye düşündüm. Gece su
içmeye kalktığımda annemle babamın bu konuyu konuştuğunu duydum. Bu kez inandım, içime
bir ağırlık çöktü. Aklımda cevabını bilmediğim sorular…‘’Babam gidince ne olacak?’’
‘’Biz ne zaman gideriz?’’ ‘’Biz gidince ne olacak?’’ sorularıyla uykuya daldım.
Bir hafta bu sorularla geçti. Babam hazırlıklara başlamıştı,
valiz hazırlığı, eşya ayırma, tanıdıklarla vedalaşma ziyaretleri… Babam
gideceği günün sabahında babaannemlerle vedalaştı. Yakındaki dolmuş durağına
kadar birlikte gittikten sonra ayrıldık. Babam ilk gittiğinde üzülmek bir yana
mutlu bile olmuştum, yalan yok o zamanlar pekiyi sayılmazdı aramız. Zaman
geçtikçe özlemim artmadı, azalmadı, değişmedi. Özlem duygum pek kuvvetli
değildir, pek kimseyi özlemem.
Aradan zaman geçti. Babam şirketin
bir işi için Ankara’ya geleceğini, çok uzun kalamayacağını, ama bizi görmek
için can attığını söyledi. Geleceği gün birkaç kez değişince ümidi kestim. Ben
ümidi kesmiştim ki babam geldi. Almaya dedemle gittik. Birlikte gezip eğlendik,
zaman su gibi akıp geçti. Gideceğinde yanında olamadım. Proje ödevi yapmak için
Bilim Merkezine gitmiştim. Bu gidişi de beni üzmemişti, hatta gayet iyiydim.
Sonraki gelişinden haberim yoktu,
sadece annem biliyormuş. Dedemin arabasını alıp hava alanına gittik. O gün
acayip bir rüzgâr vardı, üstüne bir de uçak bir saatlik rötar yapınca epey bir
bekledik. Annemin dediğine göre babamın bir arkadaşı Türkiye’ye gelirken babamın
bize aldığı hediyeleri getirecekmiş. Okulun son cumasıydı, sonraki hafta
karneler alınıyordu ve benim vermem gereken ezberler uzun surelerdi vardı. Beklerken
surelere çalıştım. Sonrasında uçak inince gelenlerden aramaya başladım, şansımıza
rötardan dolayı üç uçak aynı anda indi. Anneme kim olduğunu sorduğumuzda fotoğraf
göstermedi, uzun ve esmer bir adam dedi durdu. İnenlerin neredeyse hepsi uzun
ve esmerdi, insanların yüzüne bakmaktan artık bulanık görmeye başlamıştım. Bir
zaman sonra babama benzeyen birini gördüm, yanlış gördüğümü düşündüm, gözümü
ovup tekrar bakınca emin oldum babam olduğuna. Kardeşlerim de benimle aynı anda
fark etti, üçümüzde anlık bir heyecanla babama koştuk, şoke olmuştum resmen. Bu
sefer sadece iki gün kalacakmış, cumartesi ve pazar sonrasında yine yok. Bu
sefer kısa ve yetersiz bir süreydi, gitmesini istemiyordum, kalsın istiyordum.
Babam gitmeden önceki gece hüzün sarmıştı dört bir yanımı, zaten yeterince
birlikte olamamıştık. Ne diye hemen gidiyordu! Belki gelmese onu özlediğimi de
fark etmezdim.
Gece herkes odasına çekildiğinde
kulaklığımı taktım, kalem ve kâğıt alarak içimden geleni yazmaya başladım.
Gözyaşlarımı tutamayıp ağlayarak uyudum o gece.
Sabahleyin yolda giderken yazdığım kâğıdı babamın çantasına
koydum gizlice. Çünkü konuşmamı istese o an boğazımdaki yumrudan konuşamazdım.
Yolda ağlamamak için direndim. ‘Sonra dök içini’ ‘şimdi olmaz’ ‘daha sonra
ağla, hem de en kralından bir No.1 şarkısı dinlerken ağla’ ‘baban görürse çok
üzülür’ diye diye tuttum ama babam sarılınca hepsi uçtu gitti. Görmesin diye
başımı çekmedim, mecbur çektiğimde daha da ağladım.
Ben kokuları bir şeylerle bağdaştırırım hep, özellikle
annemle babamın kokusu hiç unutmak istemem. Bana kendimi rahat hissettiren
kısıtlı şeylerden biri olduğu için unutmak istemem.
Babamın ilk gidişine sevindim, ikinci gidişinde hissizdim ama
üçüncü sefer de hissettim onu ne kadar özlediğimi. İlk kez ağladım gidişine,
küçüklüğümü saymıyorum. Babam gittikten sonra ben de okula gittim ezberleri
vermek için, çok şükür hoca kolayca geçirmişti, yoksa bir de ona ağlayıp yüzümü
gözümü şişirmek istemiyordum. Kafam dağılır belki diye biyoloji dersine de
girdim, ders işlemedik ama yine de sıkıcıydı. Etki etmediğini fark edince
çıktım, Kültür Parktaki kütüphaneye gidip rastgele bir kitap aldım, orada
okumaya başladım. Okurken yağmuru fark ettim. O gün yağmur dinerken bir nebze
de olsa da hüznüm inmişti.
Üçüncü ve son gelişi onuncu sınıfın başında oldu. Eylülde,
hatta birkaç gün daha kalsaydı doğum günüme onunla girecektim. Neyse, okul
olduğu için son gelişinde çok birlikte olamamıştık. Son gelişinde zannımca tek
güzel şey film izlememiz. Seçim benimdi, ben de Narnia Günlükleri: Aslan,Cadı ve Dolap filmini seçtim. Annem onuncu dakikadan uyurken babamla sonuna
kadar izledik, ben önceden izlemiştim ama babamla izlemek ayrı güzeldi.
Ben babamın gidişine alıştım diyebilirim. Kardeşlerim için aynı
şeyi söylemem pek mümkün değil, biri on yaşında, diğeri ise on iki. İki küçük
çocuk babasını özlemez mi hiç? Çocuğu olmuş insanlar bile babasını özlerken onların
özlememesi neredeyse imkânsız.
Babam o zamandan beri gelmedi, yakın gelecek için gelme planı
da yok. Sadece telefondan konuşuyoruz ama bunların yeterli olmadığı zamanlar
oluyor. Babamı artık özlüyorum. Belki de fazla uzadı zaman, can sıkıcı
derecede. Belki de anılarımızı unutuyorum, fazla derecede. Belki de babasıyla
olan kızları görünce kıskanıyorum, gereksizce. Hayır, ben sadece ölümü
hatırlıyorum. Aynı zamanda da korkuyorum. Babamı görememekten korkuyorum,
sarılamamaktan, bir kez daha koklayamamaktan.
Demiştim ya kokuları bağdaştırırım diye, işte, benim için
babamın varlığını ve kokusunu hatırlamak güvende hissettiriyordu. Artık o his
kaybolmaya yüz tuttu, gitmesini istemiyorum ama elimden kayıyor, tutamıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder