Uzun bir yolculuktasın. Özellikle seçtiğin pencere kenarı
koltuğuna oturup kulaklığını takıyorsun. Ne arkadaşın var yanında ne de çalan
bir telefonun. Seyrederken dışarıyı bir saniye gözünü ayırmadığın halde ne
gördüğünü bilemiyorsun. Geçtiğin caddeleri, aştığın dağları, ahenkle kıvrılan
nehri fark edemiyorsun. Bakıyor ama görmüyorsun.
Göremeyecek kadar
uzaklaşıncaya denk gözüne ilişen ağacı inceliyorsun. Tek bir dalında 4 rengi
barındırdığını görünce en sevdiğin mevsimin sonbahar olduğunu bir kere daha
kabul ediyorsun. Elini cama koyup o dala uzandığını hayal ediyorsun. Kirlenen
camda ufak su damlaları var. Buna rağmen yeşilin, sarının tonlarını o kadar net
görüyorsun ki bu uzun yolculuk boyunca o ağacı izlemek istiyorsun. İlerledikçe
yağmur artıyor. Kulaklığını yağmur damlalarının cama vururken çıkardığı sesi
dinlemek için çıkarıyorsun. En sevdiğin mevsimde severek yaptığın yolculuğa
eşlik eden bu mükemmel hava olayına kulak vermeliyim diye düşünüyorsun. Gözlerini
kapatıp sadece onları duymak istiyorsun. Arka koltuktan ağlayan bebeğin sesi
gelince içinden kendi kendine küfürler savuruyorsun. Yol arkadaşına,
şarkılarına sarılarak devam ediyorsun bitmeyen yolculuğa.
Bir istasyonda
mola veriyorsunuz sonra. Herkes tek tek inerken sen koltuğunu bırakmak
istemiyorsun. Yanına gelen uzun boylu zayıf muavini uykum var bahanesiyle
gönderiyorsun. Kalktığın anda yerini alacaklarmış gibi hissediyorsun. Kafanda
kurduğun senaryolar bunun olasılıklarını bir bir gözünün önüne getiriyor. Kendi
kendine sevdiğin şeyi yaparken onu da kaybedersen ne yapacağını düşünüyorsun.
Otobüsün boşalmasını fırsat bilerek kulaklığını çıkararak yağmur sesini
dinlemeye koyuluyorsun. Tam o anda cama vuran damlalar hızlanıyor. Uzun zaman
sonra ilk defa şanslı olduğunu hissediyorsun. Yaklaşık 20 dakika birbirini
kovalarcasına düşen damlacıkları seyrediyorsun. Sükûnetin bozulmasıyla
kulaklığını tekrar takıyor ve şarkıların ruhuna işlemesine izin veriyorsun. Bir
sonraki istasyonun senin için son nokta olduğunu biliyorsun. Bilmek
istemiyorsun ama biliyorsun. Aksi ya işte onca yol sanki gözünü kapatıp
açıncaya kadar geçiyor. İnme vakti geldiğinde yol arkadaşınla, koltuğunla
vedalaşmak zor geliyor sana. Elini uzatarak kendince yağmur damlacıklarına, cama
ve hiç bir zaman seni bırakmayan sonbahar ağacına selam veriyorsun. İndiğin zaman
otobüs gidinceye kadar bekliyorsun. Hareket eden otobüsün arkasından sanki
evini terk etmiş biri gibi hatta ruhunu gönderiyormuş gibi hissediyorsun.
Elinden bir şey
gelmiyor. Sadece bakıyorsun. O gidiyor ve sen izliyorsun. Senin bırakamadığın
seni öylece bırakıyor. Değer verdiğin bir şeyi daha kaybediyorsun.