YOLCULUK /EFSA ÇIRA



Uzun bir yolculuktasın. Özellikle seçtiğin pencere kenarı koltuğuna oturup kulaklığını takıyorsun. Ne arkadaşın var yanında ne de çalan bir telefonun. Seyrederken dışarıyı bir saniye gözünü ayırmadığın halde ne gördüğünü bilemiyorsun. Geçtiğin caddeleri, aştığın dağları, ahenkle kıvrılan nehri fark edemiyorsun. Bakıyor ama görmüyorsun.
          
     Göremeyecek kadar uzaklaşıncaya denk gözüne ilişen ağacı inceliyorsun. Tek bir dalında 4 rengi barındırdığını görünce en sevdiğin mevsimin sonbahar olduğunu bir kere daha kabul ediyorsun. Elini cama koyup o dala uzandığını hayal ediyorsun. Kirlenen camda ufak su damlaları var. Buna rağmen yeşilin, sarının tonlarını o kadar net görüyorsun ki bu uzun yolculuk boyunca o ağacı izlemek istiyorsun. İlerledikçe yağmur artıyor. Kulaklığını yağmur damlalarının cama vururken çıkardığı sesi dinlemek için çıkarıyorsun. En sevdiğin mevsimde severek yaptığın yolculuğa eşlik eden bu mükemmel hava olayına kulak vermeliyim diye düşünüyorsun. Gözlerini kapatıp sadece onları duymak istiyorsun. Arka koltuktan ağlayan bebeğin sesi gelince içinden kendi kendine küfürler savuruyorsun. Yol arkadaşına, şarkılarına sarılarak devam ediyorsun bitmeyen yolculuğa.

      Bir istasyonda mola veriyorsunuz sonra. Herkes tek tek inerken sen koltuğunu bırakmak istemiyorsun. Yanına gelen uzun boylu zayıf muavini uykum var bahanesiyle gönderiyorsun. Kalktığın anda yerini alacaklarmış gibi hissediyorsun. Kafanda kurduğun senaryolar bunun olasılıklarını bir bir gözünün önüne getiriyor. Kendi kendine sevdiğin şeyi yaparken onu da kaybedersen ne yapacağını düşünüyorsun. Otobüsün boşalmasını fırsat bilerek kulaklığını çıkararak yağmur sesini dinlemeye koyuluyorsun. Tam o anda cama vuran damlalar hızlanıyor. Uzun zaman sonra ilk defa şanslı olduğunu hissediyorsun. Yaklaşık 20 dakika birbirini kovalarcasına düşen damlacıkları seyrediyorsun. Sükûnetin bozulmasıyla kulaklığını tekrar takıyor ve şarkıların ruhuna işlemesine izin veriyorsun. Bir sonraki istasyonun senin için son nokta olduğunu biliyorsun. Bilmek istemiyorsun ama biliyorsun. Aksi ya işte onca yol sanki gözünü kapatıp açıncaya kadar geçiyor. İnme vakti geldiğinde yol arkadaşınla, koltuğunla vedalaşmak zor geliyor sana. Elini uzatarak kendince yağmur damlacıklarına, cama ve hiç bir zaman seni bırakmayan sonbahar ağacına selam veriyorsun. İndiğin zaman otobüs gidinceye kadar bekliyorsun. Hareket eden otobüsün arkasından sanki evini terk etmiş biri gibi hatta ruhunu gönderiyormuş gibi hissediyorsun.

      Elinden bir şey gelmiyor. Sadece bakıyorsun. O gidiyor ve sen izliyorsun. Senin bırakamadığın seni öylece bırakıyor. Değer verdiğin bir şeyi daha kaybediyorsun.