Çocuk saflığında bir hayatın anlamı da açık değil miydi? Yağmurlar,
üzgün bulutların gözyaşıydı. Her bir damlası açacak gökkuşağının peşinde
koşuşurdu. Gökkuşağıysa buruk bir gülümsemeydi. Çıktığı zaman semaya, öğrenirdi
bir çocuk; gözyaşıyla yıkanan yerler buruk güzellikler bırakırdı.
Bir çocuğun en sevdiği an denizin köpüren dalgalarının kıyıya
çarpış anıdır, derdi kaptan. Saftır her şey denizin köpüren dalgalarının kıyıya
çarpış anında. Beyaz köpüklerden atlar yaratılırdı mitolojinin eşsiz
inanışlarında. Saf ve temizdi o atlar. Mitolojideki gibi deniz köpüklerinden
yaratılıyorsa atlar; insan neyden, neden yaratılmıştı? Böylesine kirli, kinleri
de sevgileri de bastırılan insanlar neden vardı? Çocuk gibi bakılan, camları
fırfırlı perdeler döşeli dünyada insan neydi, ne anlam taşırdı?
Ala bulalı dağın zirvesinde sonu mutlak ölüm olan kırgın
çiçeğimin kökleri değil miydi insanın her bir yaradılış hikâyesi? İçinde olan
tüm güzellikleri saklayan ne varsa toprağa hibe eden, saklanmış olan. Bir küçük
saflıktan çürümeye giden dağ çiçeğim değil miydi kibirden yapraklarını döken? Her
bir yaprağına, buruk yaşamlar sığdıran dağ çiçeğimdi insanlık. Var oluş
kaynağıydı dizleri yara bere olan çocukluğumun. Dağ çiçeğimdi bütün evreni doğuran.
Çocukça bakmaktı benimki dünyaya.
Mitolojikti biraz zaten inanışlarım. Her zaman süregelen
gerçekleri hiçe saymaktı benim düşüncelerim. Deniz köpüğünden oluşan atlara, bulutun
gözyaşlarına, dağ çiçeklerine inanmaktı. O atların gerçekliğinde hayata meydan
okumaktı var oluşumun en güzel hali.
Yorumlar
Yorum Gönder